29 Ara 2008

bir kadın veda ederken.. (noname.morosphe)

"artık gitme zamanının geldiğini düşündü kadın.. gitmeden bir mektup yazmak istedi geride bıraktığına.. ve başladı yazmaya:

artık gitmeliyim.. gitmeliyim çünkü.."

..bu düş güneşin doğuşuyla son bulacaktı birgün zaten. karabasana dönüşmeden azat olmalıydım. gitmek o kadar da kolay değildir, bilirsin. ardında küller bırakarak bir mabede gömmek aşkını zordur. bu uzun özne basit bir şekilde 'zordur'.

bir ölüyü terketmek gibi bu. fani varlığının üstünde dans etmek rahatsız eder ruhları. ruhlar huzura kavuşmak ister. işte bunun için gömüyorum seni kalbime. derinlerde, belki yüzyıl sonra, elmas cevheri olarak bulacağım seni. yontulup lanetli bir gerdanlık olacaksın. ölümsüzlük aşkın lanetidir. dünyanın en sert madeni olarak çelikten zırhımı deleceksin belki, tenime işleyeceksin. daha vakti var bunun da.

şimdi gidiyorum aşk. kimsenin ulaşamayacağı vadilerimde bırakıyorum seni güvenle. geri döndüğümde bir yıldız gibi parlayacaksın göğsümde. o zamana kadar karanlık kalacağız ikimiz de.

ps. bu mim vari görevi onur duyarak kabul ettim. ve şimdi ilk ve son kez karoshi'me paslıyorum. hadi karoshi göster meziyetini..

Read more...

27 Ara 2008

tepki

bilenmiş yalnızlıkları andırıyor
küse düşmüş yaşamlardan kalan
ten-dışı ıstıraplar
sokak köpekleri şefkate aç
kaldırım piçleri tinere
diller söz dökmeyi bekliyor
renkli tabletlere
başka yolu yok şiirin
başka yolu kalmadı
bilekler yalnızlıkla kesildi
yollar tutulmuş düş korkusuyla
on ikiye ramak kala güle dönmüş
tehlikeli kan damlaları
zoraki bir tebessüm
ölünün gözlerinden akan

Read more...

23 Ara 2008

uzun kalır usul öpüşlerin anıları - siliniş

"I wash my hands off those who imagine chattering to be knowledge, silence to be ignorance, and affection to be art. " Khalil Gibran



kısa şiir / iki

hızlı öpüşlerle lekelenir ten
uzun kalır usul öpüşlerin anıları

( gülten akın )

Read more...

21 Ara 2008

eski sevgili miti

şimdi bir mitsin
zamanın karanlık noktalarında dans eden
bir çırasın ölülerin külleriyle tutuşan
anla işte, ölüm meleği ya da tanrısı kıyımı çağıran
şimdi bir mitsin, efsanelerin en doyumsuzu

Read more...

uzun kalır usul öpüşlerin anıları - III



bir kez daha dinlemeliydim herşeyi, olduğunu söylediğin ya da benim ortaya çıkardığım gibi, yüzyüze. evine gelmek için çok ısrar ettim. korkuyordun. sevişmekten korkuyordun belki. bundan korktuğunu düşünmek istiyordum, beni hala istediğin fikri avutuyordu.

gergin bir atmosfer sardı evini ilk kez. bir misafir ağırlıyordun. evinle ilgili detayları bilen bir misafirdim. yanımda senden aldıklarım vardı. görmeye dayanamazdım onları, sana ait birer parçası olan eşyaları. bana ait olanları vermeli miydin diye sordun, hayır. seninle ilgisi olan hiçbirşeyi görmemeliydim.

salonda otururken ev arkadaşın geldi. susup odana gittik. burası tehlikeliydi, birlikte uyuduğumuz yatak buradaydı, birbirimizi kokladığımız ve güvenle seviştiğimiz uzun anlar yaşandı bu odada. fakat bu sefer aynı yatakta değildik. karşılıklı yataklarda oturan birbirine karşı insanlardık. beni nasıl aldattığını dinliyordum bir kez daha. eksiklerini (aslında yalanlardı onlar, ve hala birer yalanlar gerçekte) tamamlıyordum. meydan okuyordum geleceğine. seni tanıdığımı sanıyor(d)um. "benden daha iyilerini bulduğunu sanacaksın. senin gibi, kendini entel sanan ibnelerle tanışacaksın. içinden 'ne diyor bu ibneler!' diyeceksin. çok sıkılacaksın ama artık geç olacak." diye uyarıyordum seni. kaybedecek birşeyim yoktu artık. geri kazanacağım bir 'sen' olmadığını düşünüyordum tam da o anda. (sonrasında bunun mücadelesini vermiş ve kaybetmiştim.)

gözlerime bakarak anlatabilir miydin tüm olanları? pek tabi anlatırdın. ne kadar yaralasa da seni iyi bir 'oyunbaz'dın. utanmazlığınla ve yaptıklarından pişman olmayan bir adam edasıyla başını diktin ve gözlerimin içine bakarak anlatmaya devam ettin. bir daha görüşecek miydin o adamla? görüşecektin elbet. ( birkaç gün sonra sadece sweat shirt'ünü vermek için görüşmeyi kastettiğini ne güzel de uydurmuştun öyle.)

kararımı vermiştim o anla ilgili. kat'iyyen sevişmeyecektik. sana bu ödülü vermemeliydim ve de vermedim. her istediğini alan şımarık çocuk anlamalıydı yaptığını. işte bu oyunlarla kaybettik birbirimizi. işte bu oyunlarla ve 'ego savaşlarıyla' defalarca kez bıçakladık birbirimizi. sevişmeliydik orada. duman altı olmuş odada kendimizi ispatlamaya çalışacağımıza nefret etmeliydik açıkça birbirimizden ve etlerimizi koparırcasına sevişmeliydik. sonra çıkardım yine 'hoşçakal' demeden, bu sözü haketmediğini kastederek. ya da ağlayarak öpmeliydik dudaklarımızı kanırtırcasına.

elbette olmadı böyle. elbette yalnızca teğet geçtik ya da çatıştık birbirimizle soğuk savaş psikolojisiyle. ikimizinde ispatlayacak 'tutkuları' ve öğrendikleri/öğrenecekleri vardı hayattan. sen bir çocuktun yaşamak istediği onca 'arzusu' olan, ben de bir çocuktum kendini koca bir adam sanan.

uzun bir sessizlik oldu. gitmemi bekliyordun, anladığım buydu. o anda mı başlamalıydık sevişmeye yoksa. payıma düşeni yaptım, topladım çantamı ve çıktım kapıdan. evet. buymuş asıl beklediğin. zerre kadar istemiyordun beni artık. 'arzularını' yaşatacak başka bedenler bulmuştun bile çoktan.

Read more...

13 Ara 2008

echo’ya

üzerime düşüyor ormanın koyu gölgeleri
ağıda bulandı buğday tarlaları
bir zaman
bitap düşmüş ağlamaktan
suyun kenarında
dudaklarından kan boşaldı
menekşeler kondu dağlara


yıllar önceydi söz bitti içimde
ağzımdaki kilidi açmaz dilim
taş oldu kalbim, nilüfer toprağa küstü
hüznün susku cinneti suya düştü

uzun bir hikaye değil bu…

Read more...

9 Ara 2008

bozgun

bozgundan önce düşmüştü yere
yaralarını saramadan bir darbe daha..
ölüm hiç aldatmadı onu
kandıramadı belki de kan kokusunu
leşlerle kapıyordu mahrem yerlerini
gözleri boğuyordu bu görüntü
iğrenç cinsinden bir çamur türüydü
kokusu, dokusu iğrenç cinsinden çamurdu
bir yol yürümüştü uzunca
hatırlamaz hareket günü ne oldu
bozgundan çok önceydi olanlar
sonra kesildi bedeni yalnızlığa

Read more...

8 Ara 2008

uzun kalır usul öpüşlerin anıları - II

ısrarla buluşmak istediğini söyledi. başka birgün değil de o gün buluşmalıydık. meydana buluşmaya giderken f. ile karşılaştık. o da bir süreliğine bize katılmaya karar verdi. çantamda o çok istediği pentagram'ın konser albümü vardı.sürpriz yapmak istemiştim. buluşunca sarıldı. bu abartılıydı, beni gerçekten özlediğini düşündüm. sonra yürürken ikimizin de hayatını mahvedecek birşey yaptığını boşuna söylememiş meğer. gidip matrock'a oturduk. evvelki gece çok içtiği için midesi ağrıyordu. bitki çayı, limonlu soda gibi içecekler içmesini söylüyordum, onun için endişeleniyordum. birkaç saat önce karoshi'yle birlikte okulda yemek yerken ikimiz de endişeleniyorduk onun için. üzülmesine dayanamazdık.. konuşmamız gerekiyordu. f. gitti.

şimdi karşılıklı oturuyoruz masada. konuşmaya şöyle başlıyor:

"20 yıllık hayatımın en zor günlerinden biri bu. ikimizin de hayatını mahvedecek birşey yaptım. dün gece çok sarhoştum, başkasıyla yattım. ayrılmalıyız."

oysa benim beklediğim şöyle birşeydi:

"seni çok seviyorum ve gittiğin zaman ne yapacağımı bilmiyorum." ikimizin de kafası karışıktı. bir önceki gün konuşacaktık bu konuyu, otobüste 5 dakikayla geçiştirmişti oysa ki.

gözlerim onunkilerden kaçtı, yüzüm düştü. herhangi birşey söylemesini bekliyordum. ne dese kabulümdü. ama sustu. cebimden para çıkartıp masaya bıraktım ve çantamı alıp çıktım kafeden.

neye uğradığımı anlamamıştım. hayatta tek güvendiğim oydu. güvenmek yapılabilecek en büyük hataydı. şuursuzca yürüyordum beyoğlu'nun arka sokaklarında. kalabalıklardan kaçıyordum. h.'yi aradım. bana inanmadı, inanamadı o da. sonra isveç konsolosluğu'nun karşısındaki arada buldum kendimi. bu nasıl bir kaderdi. kaldırıma oturup ağlamaya başladım. insanlar geçiyordu önümden. koca bir herif oturmuş ağlıyordu. utanmadım. umrumda değildi. sonra f.'yi aradım. ona çok ihtiyacım vardı. darmadağınıktım.

birden herşey durdu. hayatta kalmalıydım. karşısına geçip suratının ortasına bir yumruk atmam gerekiyordu. onu aradım. yolda olduğunu söyledi, telefonu yüzüne kapadım. f.'yi tekrar arayıp "orta bir yerde buluşalım." dedim. kadıköy'e gitmeliydim. çok kısa sürecekti işim. tek bir yumruk..


kapısındayım.. bu kapıya bir daha gelmeyeceğimi düşünüyordum. çantamda bir çakmak, bir kitap (erasmus'un deliliğe övgü'sü) ve 'bir yaz gecesi rüyası'nın teksti var. kapıyı çaldım. içeri girer girmez kitabı uzattım ona. "buna ihtiyacım yok. yeteri kadar deliyim zaten!" çakmağı fırlattım odanın ortasına ve teksti parçalayıp etrafa dağıtmaya başladım. bu sırada yaptığı şey şuydu:

sırtı bana dönük mutfak tezgahında eve gelirken aldığı buzlu çayı dolduruyordu kendisine. evet, keyfini hiç bozmamıştı. sonra gitmemi bekledi. arkasına dönüp başını salladı 'ne var?' dercesine. yaklaşmasını işaret ettim. yumruğumu sıkmaya çalışıyordum. gücümü toplamalıydım. diğer taraftan da biraz daha yaklaşmasını bekliyordum. bardağı bırakmasını söylediğimde ne olacağını çoktan biliyordu. vurduğumda darbenin etkisiyle duvara da çarpmasını hesap ediyordum bu sırada; öfke! sonra gücümü iyice kaybettiğimi anladım. karşımdaki zavallı el pençe boynunu bükmüş ona vurmamı bekliyordu. içimden lanet ettim, bu adamı gerçekten sevmiştim..

"buna değmezsin!"

Read more...

4 Ara 2008

ah o gemide ben de olsaydım mimi

kaçınılmaz olan geldi ve gayyor beni de mimledi. =) gözün gördüğüne söz ne yapsın diyerek kolaya kaçtım ve çantamı döktükten sonra fotoğrafını çektim. şu şudur, budur diye anlatmayacağım. siz zaten göreceksiniz. =)

Read more...

3 Ara 2008

uzun kalır usul öpüşlerin anıları - I

ağaçların arasından sana baktım gizlice. eğleniyordun arkadaşlarınla. bu beni rahatlattı. onunla değil de arkadaşlarınlaydın. peki ne yapmalıydım şimdi. böyle kurmamıştım kafamda: yanında 'o' olacaktı. gelip "merhaba!" diyecektim. kim olduğumu biliyor muydu acaba, neye sebep olduğunu anlatacaktım ona. bir aptal gibi davranacaktım. ama yanında o yoktu. ne yapacağımı bilmiyordum artık; korku, heyecan ve gerilim.

h.'yi aradım.. 'haydarpaşada'yım ben de. yanına gelebilir miyim?'

aynı masalları anlatıyroum yine. h. beni anlayışla dinliyor. aynı anlayışı gösteremiyorum. h. beni anlıyor; o da sevmiş, o da yaralı. "seni görmesin. onunla konuşma!" diyor. yapamam ki. ölesiye seviyorum onu. gurur mu? hayır, aşk. onu görmek istiyorum. sarılmak istiyorum boynuna. o kokusu, meydan okuyan teni.. onu çok özledim.

ikna oluyorum. bir şart koşuyor h.: konuşmaya çalışma m. ile ya da sadece onu sevdiğini söyle. ve bir daha konuşmaya çalışma onunla, kendin için.

h.'ye minnettarım.

kalabalıktan uzakta, yol üstünde bir kenarda m.'yi bekliyorum. yüzümde bir gülümseme var işte. ne yapacağımı biliyorum. boynuna sarılıp onu ne kadar sevdiğimi söyleyeceğim. belki o da dayanamaz, beni ne kadar sevdiğini biliyorum.

bir el omzuma dokunuyor. bu o. yüzüne kendini beğenmiş bir gülüş yerleştirmiş. boynu morluklarla kaplı. bana tercih ettiği morluklar bunlar. bütün ahmaklığımla boynuna dolanıyorum. gözlerimi kapatıp kokusunu çekiyorum içime. kulağına uzanıp "lanet olsun ki herşeye rağmen seni seviyorum." diyorum. hiçbirşey söylemiyor. size çok ihtiyacı olan bir tanıdığı teselli ederken sırtına nasıl hafif hafif vurursanız öyle yapıyor. bırakma zamanım gelmiş. bu beni yaralıyor. artık sarılmamı bile istemiyor. h.'ye bakıyorum. duygusal bir sahne izler gibi ve şefkatle bizi izliyor kafasını yana eğerek. teşekkür ediyorum belli belirsiz. vedalaşıyoruz. biraz sonra arkama bakıyorum. onu giderken son bir kez daha görmek istiyorum. dramatik bir sahne daha. uzaktan seçiyorum ki o da bakıyor arkasına. aramızdaki fark; umrunda değilim.

Read more...

29 Kas 2008

godot died in my arms, and now i'm a necrophiliac

içimdeki boşluk demiştim size. üşüyen bir boşluk, aylar önce eksilen bir parça. onu alıp gidenin hiç umursamadığı ve anlamadığı o parça. şimdilerde yerini doldurmak isteyenler var o parçanın. birileri sanki mazi tek kalemde silinmiş gibi o boşluğa yerleşip ısıtabileceklerini düşünüyorlar. "ciddiye alıyoruz hayatı. bizim sorunumuz bu." diye karar verdik. ciddiye alıyoruz hayatı ve sorunumuz bu. korkularımızı ciddiye alıyoruz, bunun için güvenemiyoruz kimseye. güvenmek istemiyoruz. "insan insanın kurdudur" diye sayıklıyoruz içimizden latince. dışımızdan bağırıyoruz boktan da olsa bir etik anlayışımız var ve 'başkaları' diye birşey yok. kendine başkalaşımın bir boyutu olsa gerek. kendine güvenmemenin, başkalarına güvenememenin, korkmanın bir başka boyutu bu.

amaca giden her yol mübahtır ey thesaurus!

amacım hayatta kalmak. bir parçamı kendim olarak bırakmak istiyorum. başa dönmemek için duvarları daha da yükseltmek, rapunzel olup yüksek bir kuleden dünyayı izlemek. hayatta kalma yolum bu. saçlarım uzun değil neyse ki. kimseyi alamam içeri. bir müddet köşe kapmaca oynamaya devam etmeliyim teslimiyetle.

son günlerde ne farkettim biliyor musunuz? neredeyse 22 yaşındayım ve yıllardır kendimi hep kasvete boğdum boşu boşuna. sanıyordum ki tasımı tarağımı toplayıp şu hayattan çekilmeliyim artık. yaşayacağımı yaşadım ve bitti 'tecrübe' denen şey. bu acitasyon muydu, yoksa kibir miydi bilmiyorum. gözlerimi açan aylar önce çekip giden o çocuktu. ondaki bilinçsizlik ve haz sevdası kendime getirdi beni.

içimdeki boşluk demiştim ya hani. onu koruyacağım. eksik olarak yaşamayı seçiyorum bilinçli olarak. kendimi kandırmaya devam edeceğim, bir süre daha. birçok şey için geç olacak belki ama bana kalanları yitirmeyeceğim. montuma sarındım ve içim ısınıyor az da olsa..

Read more...

26 Kas 2008

boynumdan dökülen bu dokunuşlar…



boynumdan dökülen bu dokunuşlar…
bitiş anıyor tenimi.
kış gülüşü oynaşıyor sonla.
bitiş anıyor gözlerimi.
ölüm benden çok uzakta.
sözlerim kısa ömrümün çakılları.

ben insanın tabiatıyla
koşarken gizli bahçemde
dudaklarımı okşuyor rüzgar.
boşluk alıyor benliğimi
koşarken gizli bahçede.

bitmek ne güzeldir
tanrının kollarında,
seviyorsan eğer onu
ve açmışsan ellerini.
ne güzeldir bitmek
tanrının kollarında.

kızıl saçlı kadın
geldiğinde bana
huzur bulacak kalbim
belki de

fotoğraf : josef koudelka

Read more...

17 Kas 2008

bloggerdaki homolog arkadaşların dikkatine

başıma gelen trajikomik bir olaydan bahsetmek istiyorum size. girdiğim bir tanım ajdamod uğur tarafından küfür içerdiği gerekçesiyle silindi. içerdiği küfürlerden birisi 'götveren'dir ki bu başlıkta bir manşet dahi var. bu konuda yazdığım mesaja gelen cevapta blogumda istediğim gibi yazabileceğimi ama homolojide küfür kullanamayacağımı yazmış. burada dikkati çekmek istediğim nokta blogum olduğunu profil sitelerinde vermiş olduğum linkten öğrenip tamamen pasif-agresif bir tavırla bunu mesajında belirtmiş olmasıdır. ve duyurular kısmında şöyle bir açıklama yapmayı teklif etmiştir:

"st_chaos isimli kullanıcı içinde küfür geçen tanım yazmasına izin verilmediği için ayrılmıştır homolojiden."

bu kısmına yorum bile yapmıyorum.

kişisel problemi olduğunu iddia etmemin sebebi yakın arkadaşlarıyla daha önce yaşamış olduğum ve anlam veremediğim kişisel bir takım olaylardır. kendisiyle de şahsen tanışmıştım. herşeye rağmen anlam verememeye devam ediyorum.

homolojide buna benzer olaylar başıma daha önce de geldi. bu sebeple aktif bir homolog olmadım.

tanımlarımı sildikten sonra üyeliğimi silmek istediğimi belirttim ama daha tanımlarımı silerken üyeliğimin silinmiş olduğunu gördüm aynı ajdamod tarafından. problemim şudur:

homoloji tanımlarımı isteğim dışında tutuyor şu anda. bütün tanımlarımın silinmesini talep ediyorum.

sizden ricam buna sözlükte herhangi bir tepki göstermenizdir. ajdamodların gönüllerince at koşturdukları bir platformda yer almak istemiyorum zaten. aşağıda sorun yaşadığım tanımı yazacağım.

teşekkür ederim hepinize..


manşet : gey profil sitelerinde gelen en saçma mesaj:

x kişisi:
selam :) naber
ben kişisi:
iyi akşamlar
lütfen profilimi oku. ardından da pencereyi kapat.
x kişisi:
valla okumam var okudum yazdım * * götün 10 metre yukarda bana taksim kaşarı değil sade adam lazım o da sen değilsin götüne çaktığımın nonoşu
x kişisi: *
sanırım oynattın akşam akşam götveren seni taksimin ucuz ibnesi seni


ps. görüldüğü üzre küfürler benim ağzımdan da çıkmamış, manşete uygun şekilde bana sarfedilmiştir.

Read more...

16 Kas 2008

aidiyet ve normal olmak üzerine

gözlerimi boyamıyorsam sizin gibi, kalçamı iki yana savurmuyorsam dudaklarımı büzüştürüp beni aranıza almaz mısınız? sizin gibi lakırtılar edemem şuh kahkahalara boğulup. renkli ve şatafatlı değil kıyafetlerim. içimden geldiği kadar esnek hareket ederim, siyah giyerim. maskülenim-feminenim diye sıkıştırmamaya çalışıyorum kendimi bir kalıba. yine de sizin kadar kadın olamadım, ya da düz bir maço.

içime çekildiğim şu günlerde yine düşünüyorum; nereye aidim ben. ekşi ter kokan erkek muhabbetlerine gelemiyorum. abartılı bir karnaval havası estiren erkek muhabbetleri ise beni daha çok boğuyor. "nereye aidim ben?" beynimin içinde dönüp duran soru bu: "nereye aidim ben?"

bu ruh hali bir süre sonra 'hangimiz normaliz?' çatışmasına yol açıyor. normal olmak çoğunluğa uygunluksa normal değilim. bu çoğunluk yer-zaman şartlarına göre nitelik değiştirebilir. gökkuşağının altında ya da köşeli dikey zihniyetlerin arasında olsun, normal değilim.

hem şaklaban hem de başbakan olamıyorum. yüzündeki boyası akan palyaço figürünün suratına tokat atmak. ya ciddi ciddi oturup konuşalım ya da eğlenelim. kaosun dibine vurmama rağmen bu kadar çelişkiyi taşıyamıyorum bağrımda.

paket düşüncelerinize ne demeli? daha doğru dürüst bilmediğiniz kavramları nasıl da atıp tutuyorsunuz. ya apolitiksiniz ya da politik olacağım diye zırvalıyorsunuz. susunuz. bilmediğiniz konularda susunuz. nasıl ki bir ameliyata girmiyorsanız, büyük düşünceleriniz de olmasın. vatandaşın politik duruşu bu değildir. çok hevesliysen oku, öğren. ama kulaktan duyma kullanma kavramları yalan yanlış.

kaçmayacağım. hiçbirimiz üstün değiliz bir diğerimize. ya da alçak değiliz. sadece kendimizi bilelim. aranızda dolaşmaya devam edeceğim. ister yerin beni, ister pohpohlayın. ama ben 'ben' olarak buralarda, oralarda olacağım. siz yine gözünüzü dört açın. belki beni de kandırırsınız.

ps. bu yazı kimseye hitaben yazılmamıştır. genel olarak bir topluluğa dair hislerdir. istisnaların kaideleri bozmadığı tezine sığınarak yazılanların arkasındayım.

Read more...

14 Kas 2008

partial tranquility ya da kısmi huzur

*

kış getirdi yine kasvetini. çirkef raslantılarıyla yine hayatın içindeyim. hava ne kadar bozarsa o kadar iyi oluyorum belki de. montuma sıkı sıkı sarılmak kalbimi de ısıtıyor artık. boşluklar yine boş kalıyor. insanları görüyorum, dinliyorum, izliyorum, duyuyorum.. herkes en iyi bilen, herkes muhteşem.. keyifler tastamam yerinde. yine de eksik olan birşeyler var hep. boşluklar hep boş kalıyor.

*fotoğraf : Ben Goossens - feeling of emptiness

Read more...

10 Kas 2008

shitfuckdamnitbloodyhellandshitagain

lafı uzun uzun ağdalamadan yazmak istiyorum. hiçbir şeyi uzatmak istemiyorum. sahip olduğum, içinde bulunduğum herşeyden, herkesten nefret ediyorum.

aile.. babamın artık ölmesini istiyorum. aksayan ayak kesilmeli, işini tam görmeyen öge silinmeli. the doors çınlıyor kulağımda.. father! "yes son?" I WANT TO KILL YOU!.. bir imaj olarak varlığını sürdüren diğer kurumlarını da dışlıyorum bu toplumun. üzerimde baskı unsuru oluşturan ve ilerlememi engelleyen ne varsa topuna siktir çekiyorum. kendilerini teksas'ta kovboy sanan yunusları, her an potansiyel suçlu muamelesi yapan polisi, bana kimliğimi soran sivilleri, hepsini silip yeniden çizmek istiyorum. atatürkçü aydın diye ortalıkta dolaşan paşa beyleri koltuklarına çivilemek ve türlü türlü cumhuriyet işkencesi yapmak istiyorum.bu toplumu ve onun geleneksel ve milli bütün unsurlarını kaldırıp çöpe atmak istiyorum.

ismi önemli değil, yazarın biri bu topluma aptal demişti ya, az bile demiş. bu toplum bi boka yaramaz. balık baştan kokar bir kere. devleti oluşturan devlet büyükleri oturmalık yerlerini büyütmüş ancak. işlerine bir oraları yarıyor gibi. yani %60la sınırlanamayacak kadar büyük bir çoğunluk aptal, gerizekalı, beyinsiz, asalak vs. ben de dahilim bu çoğunluğa.

aldığım her soluk boğazımda düğümleniyor bu topraklarda. otobüse bindiğimde burnumu delen apış arası kokusu insanımın suratına tükürme arzusu yaratıyor içimde. balık istifi, zorla millete dayayarak seyahat etmekten şikayetçi olmayan bi insan yığını yaşamayı ne derece hakedebilir ki. güdülecek koyunlardan başka bir şey değiller. bir de yün verseler, süt verseler, bari etleri yense.. o da yalan..

lafı daha fazla uzatmaya gerek yok. içimde biriken nefreti dökmemin bir yolu olmalıydı. bunu bir yerde yapmalıydım bir şekilde. hepinizi seviyorum ama siz yine de inanmayın bana.. =)

Read more...

8 Kas 2008

istiklal marşı kargaşası

Read more...

7 Kas 2008

yaşlı bir bıçkının eline dokundu öyküm
öyle titrek, öyle inançlı
ve zaman tüm olmakları sildi benliğimden
bir incir ağacının dallarında
sonbaharı tattığımda
öyle çıplak, öyle masum
ateşi göbeğimde duydum
söndüm, günahı bildim ilk kez

Read more...

31 Eki 2008

kaynak

görüyorum
nefes alıyorsun orda
unuttuğum bir yağmur damlası gibi
boynundaki ince tüyleri öpüyorum

ölü bir yıldızı kokluyorum, ordasın
sakladığı bir giz var ormanın
kazıyorsun toprağı çıplak ellerinle
atıyorsun kenara, köklerini söküyorsun soyun
dökülüyor özsuyu hayatın
açtığın çukurda sönüyor ışık

görüyorum
kalçana düşmüş yorgan
bedenin soğuk

Read more...

30 Eki 2008

'birileri yemiş kafayı' ya da 'bize kafayı yedirtecek birileri'



sizlerle radikal'in 29/10/2008 tarihli sayısından bir haberi paylaşmak istiyorum. okurken hem kızdım hem güldüm. birilerinin kafasına belli ki saksı düşmüş bir vakit. skeç gibi bir dialog resmen. buyrun bir de siz okuyun:

İSTANBUL - Bursa'nın Mudanya ilçesinde 14 yaşındaki kız çocuğuna cinsel taciz iddiasıyla yargılandığı davada tahliye olan Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez, Fox Tv kanalında canlı yayına çıkarak hakkındaki iddiaları yalanladı. Kendisine soru sormaya çalışan spikere oldukça ağır sözler sarfetti.Üzmez ile spiker Nazlı Tolga arasında canlı yayında yaşanan diyalog şöyle gelişti:

SPİKER:Sayın Üzmez, küçük yaşta bir kıza cinsel istismar suçlamasıyla tutuklandınız. Aile önce sizi suçladı, sonra şikayetini geri aldı ve bugün serbest kaldınız. Ancak dava hala devam ediyor. Bir de sizden dinleyebilirmiyiz efendim,

ÜZMEZ: Ne dinleyeceksiniz.

SPİKER:Neden gözaltına alındınız? Neden tutuklandınız? 6 aydır cezaevindesiniz. İddialar var, ifadelerde değişiklikler var.

ÜZMEZ:Ben size sorayım eğer dediniğiniz gibi olsaydı ben çıkmazdım. Son dilekçem de de dedim ki ben şimdi beraat istemiyorum. Sizin işiniz Bektaşi'nin işine döndü. Bektaş-i Kuran-ı Kerim'de içkili vaziyette Kuran'a yaklaşmayın ayetinin öbür tarafını okumuyor namaza yaklaşmayın, bunu Kuran yazıyor diyor. Sizin ki Bektaş-i hesabı doğruyu istiyormusunuz. doğruyu istiyorsanız doğruyu söyleyeyim.

SPİKER:Biz size soruyoruz efendim sizin hakkınızda bir suçlama sözkonusuydu. Dava açıldı. Siz tutuklandınız bunlar yaşandı. 6 aydır cezaevindesiniz biz de size sizin ağzınızdan sizin doğrular gerçekler dediklerinizi dinlemek istiyoruz.

ÜZMEZ:Cezaevinde değilim şu anda bir iskelenin üstünde kahvehanede oturuyorum.Eğer dedikleriniz olsaydı cezaevinde oturuyor olurduk. Şimdi memleketin bir çok şerefli ordu komutanlığı yapmış insanları hepsi milletin şerefini omuzunda taşımış göğsünde taşımış o insanlar suçlu vaziyette cezaevlerinde yatıyorlar. Böyle şeyler olduğu sürece bu ülkede gerginlik azalır mı? Lütfen işi kendiniz kurcalamayın, yargıya güvenin yargıya bırakın yargıda olan bir şey hakkında söz söylemeyin suçtur.

SPİKER: Efendim, bizim kurcaladığımız bir şey yok aile şikayette bulundu. Siz de tutuklandınız. Son anda ifadeler değişti. Neler değişti?

ÜZMEZ:Hayır yalan benim hakkımda kimse şikayette bulunmadı.

SPİKER:Kimse sizin hakkınızda şikayette bulunmadı mı?

ÜZMEZ:Hayır, hayır bunların hepsi yalan.

SPİKER:O zaman neden siz tutuklandınız ve 6 ay cezaevinde kaldınız?

ÜZMEZ: Bir takım şeyler olmuş. O kadıncağıza iftira mı edilmiş...Doğrumudur yanlış mıdır ben onu bilmiyorum kardeşim. Hep oraya bakıyorsunuz. Hiç mi ben boynumu oynatmayacağım yahu cendereye sokmayın bizi.

SPİKER: Sayın Üzmez, 14 yaşındaki kızın ifadeleri var, annesinin ifadeleri var sonra bu ifadeler son anda değişiyor. Siz bunlara yalan mı diyorsunuz?

ÜZMEZ: Hayır, değişme diye bir şey yok...Kız Hüseyin Abi'nin, Hüseyin Amca'nın eli dahi değmedi bana diyor. Ben kızı sadece gittiğim zaman gördüm.

SPİKER:Sayın üzmez bunlar ifadeler değiştikten sonraki boyutu. Bu ifadeler niye değişti efendim. Öncesinde neden bunlar yaşandı siz neden 6 aydır tutuklusunuz?

ÜZMEZ: İfadelerin değişmesi diye bir şey yoktur ortada. Gerçekler ortaya çıkmıştır. İfadelerin değişmediği için Allah'a şükrediyorum. Kızı hemen gözaltına aldılar. Kız hemen resmi bir kurumda gözetim altına alındı. Böyle olunca kimse ona gidip 'Şunu de bunu de' diyemedi. Düşmanlarımızın önündeki set kapandı. Onun için ifade değiştirme diye bir şey yok. Şikâyet diye de bir şey yok.

SPİKER:Anladığım kadarıyla bir komplodan bahsediyorsunuz daha önce de bunu söylemiştiniz size bir komplo yapıldığını. Kim size neden komplo yapmak istiyor?

ÜZMEZ: Hz.Peygamber diyor ki 'Şöhret bir afettir. Şöhretli insanlar her zaman bir tehdit altındadır.' Siz duymadınız mı İstanbul'da Karaköy rıhtımında bir SAS komandosu bir binbaşı bir serseri tarfından bıçaklandı ve öldürüldü siz bunu bilmiyor musunuz?

SPİKER:Efendim bunun bizim konumuzla hiçbir alakası yok. Biz şu anda devam eden dava hakkında konuşuyoruz.

ÜZMEZ:Devam eden dava hakkında konuşmak bir suçtur, suç işliyorsunuz şu anda, ben sizi ikaz ediyorum.

SPİKER:Avukatınız sizin kulağınıza birşeyler söylüyor, bunu görüyoruz. Biz davanın gidişatını etkilemek için bir şey söylemiyoruz. Biz bir yorum da yapmıyoruz. Size soru soruyoruz.

ÜZMEZ; Ne sorusu soruyorsunuz? Siz yargıç mısınız Siz savcı mısınız? Kimsiniz siz hem de sesinizi ayarlayın. Nezaketli olun.Size cevap vermek zorunda değilim. Aklınızı başınıza toplayın. Sözümü kesmeyin benim. Ben keserim yoksa..

SPİKER: Hüseyin Üzmez, biz size söz hakkı verdik zaten bu yüzden yayındasınız.

ÜZMEZ: Aman ne büyük lütufta bulunmuşsunuz, bana söz hakkı vermişsiniz.

SPİKER:Efendim lütfen sakin olun sizinle konuşmaya devam edelim. Bizim amacımız sizinle tartışmak değil.

ÜZMEZ; Tartışamazsınız ki zaten tartışamazsınız. Çünkü gerçekleri söylemiyorsunuz.

SPİKER:Biz burda sadece soru soruyoruz. Başka bir iddiamız olamaz. Gazetecilik görevimizi yerine getiriyoruz habercilik yapmaya çalışıyoruz.

ÜZMEZ:İhbarda bulunuyorum. Suç duyurusunda bulunuyorum. Yarın bir savcı yakanıza yapışırsa size kimse arka çıkmayacaktır.Göreceksiniz suç işleyeceksniz bir de sesinizi ayarlayın. Siz savcı değilsiniz.

Ben sizin hiçbir şeyinize inanmıyorum. Tamamen yalan üzerine bina ediyorsunuz, doğruyu dinlemeye de sabrınız yok.

SPİKER:Lütfen olayı kişisel bir tartışmaya dönüştürmeyelim. Siz bizim sorularımızı yanıtlamak için yayına çıkmadınız mı? Efendim biz hiçbir şey söymlemiyoruz ki savcının hazırladığı iddianame hakkında konuşuyoruz.

SPİKER:İfadeler hakkında konuşamazsınız, dava hakkında konuşamazsınız.

ÜZMEZ:Bugün bir şey söyledim. Sayın Reis-i Cumhur yasal haklarına dayanarak beni affetse ben kabul etmem. Afla çıkmam benim için güya kanun değiştiriyormuş iktidar. Böyle bir kanun değişikliğiyle ben yine çıkmam. Çünkü ben suçsuzum ben beraat edeceğim. Ben Türkiye de hakimler olduğuna inanıyorum Türkiye nin yargısı var savcısı var polisi var bilmem nesi var siz kimsiniz de bir gazete titri ile ortaya çıkmışsınız. Ortada konuşup duruyorsuz kendinizde hak buluyorsunuz. Suç işliyorsunuz, Sizi ikrar edilyorum ve suç duyurusunda bulunuyorum. Sizi uyarıyorum. Biz allahtan başka kimseden korkmayız korku hissinin de ne olduğunu ben çocukluğumdan beri bilirim. Ona göre bana bu şekilde muamele edemezsiniz. Eğer yüreğiniz varsa bir televizyonda açık oturuma çıkarım konuşalım sizin gibilerin çoklarını yere serdim ben.

SPİKER:Hüseyin bey, Biz sizinle açık açık konuşmaya çalışıyoruz. Biz size sorduğumuz soruya cevap almaya çalışıyoruz. Benim size tek sorduğum soru ilk sorum olayı sizin ağzınızdan dinlemek istediğimizdi. Lütfen birde biz bize olayı anlatabilirmisiniz dedim.

ÜZMEZ: Ben o ifadeleri mahkemede verdim, mahkemede onu doğru bulduğu için beni tahliye etti. Ben ne zaman ki mahkum olursam eğer bu suçtan beraat etmezsem o zaman gelin, o zaman konuşalım dedim. Beratimi istiyorum dedim.Avukatınız varsa gönderin dosyaya baksın.

SPİKER: Sizin küçük kızla evlenmek istediğinizi söylemiştiniz. Sizin ifadelerinizde bunlar yeralıyordu. Bunlar doğru mu? Eğer doğru ise 14 yaşındaki kızla siz neden evlenmek istediniz?

ÜZMEZ: Bak burda da işi saptırıyorsunuz. Eğer bir kız reşit olmuşsa bizim inançlarımıza göre o kız evlenebilir.

Söylediğim budur Allahın emri de budur. Biz tabi ki İran da değiliz Arabistan da da değiliz. Türkiye Cumhuriyetindeyiz T.C vatandaşı olarak ta iftihar ediyoruz

SPİKER:14 yaşındaki bir kızın kendi isteğiyle evlenmesi söz konusu değil. Tabii ki TC yasalarına göre bunu karıştırmayalım.

ÜZMEZ: Efendim tekrar ediyorum. Ben sağırım ama siz benden de sağırsınız. Ben diyorum ki bizim inançlarımıza göre akılbali olan regl olan bir kız artık reşittir. İnancımıza göre böyledir. Biz Türkiye Cumhuriyetindeyiz.

Eğre demokrasiyse bu benim inanmadığım demokrasiyse demokrasi bu değil. Bu birtakım azınlığın çoğunluğa tahakkümü oluyor. Olamaz bu

SPİKER:Olamayan nedir efendim?

ÜZMEZ Olamaz dediğim şudur. Azınlık çoğunluğa tahakküm edemez zaten dremokrasinin en büyük tenkitlerinden birisidir bu. Demokrasi çoğunluğun diktatöryasıdır derler. Biz de tam tersi oluyor.

SPİKER:14 yaşındaki bir kız çocuğunun evlenmesine hukukumuzun izin vermiyor.

ÜZMEZ:Evet biz de ona riayet ediyoruz.

SPİKER:Siz 76 yaşındasınız ve 14 yaşındaki bir kız çocuğuyla evlenmek istiyorsunuz bu sizce doğru mudur?

ÜZMEZ:Ben inançlarıma göre konuşurum.Ben inancıma bakarım. Bana göre bir tek hakikat vardır Allah'ın kitabı Resullah'ın sünneti gerisi fasa fiso yalan ayaklarımın altında.

SPİKER:Yani siz T.C yasalarını tanımıyormusunuz?

ÜZMEZ:Tanıyorum elbette tanıyorum. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyorum. Ama Türkiye Cumuriyeti benim inaçlarıma müdahale edemez. Laiklik bu değildir.Biz laikliğe de karşı değiliz. Biz sadece laikliğin Türkiye'deki uygulamasına karşıyız. Türkiye de laiklik dinsizlik şeklinde uygulanmıştır. İşte bu mesele bu kadar basit.Siz kiminle konuştuğunuzun farkında değilsiniz. Tabii inancıma göre evlenebilirim. Ama evlenmedim işte evlenmiyorum ne diyorsunuz. İlla beni yatağa koymak mı istiyorsunuz? Benim sağdıçım mı olacaksınız?

SPİKER: Olur mu Sayın Üzmez?

ÜZMEZ:Olmazsa öyle konuşma. Öyleyse evlenseydim evlenirdim kimse seni şikayet etmezdi.

SPİKER:Siz küçük kızla evlenmek istediğinizi söylemediniz mi?

ÜZMEZ: Hayır efendim. Hayır inancımıza göre evlenilebilir. Çünkü reşit dedim. O kadar yapmadık Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyoruz. Kanunları çiğnemeye niyetimiz yok. Ben sizi davet ediyorum sizin krallarınızı da davet ediyorum gelin bir tv de tartışalım.

SPİKER:Efendim zaten şu anda bir televizyonda canlı yayında tartışıyoruz.

ÜZMEZ: Sizinle tartışmam. Sizinle tartıştım. Sizin şeyinizi tarttım. Biliyorum sizde bir kere hitabet nezaketi bile yok. Siz nasıl konuştuğunuzun farkında değilsiniz. Benim karşımda savcı gibi hakim gibi konuşuyorsunuz. Buna sizin hakkınız yok.Yarın namuslu vazifesini bilen hepsi namusludur o namuslu insanlardan birsavcı kulağınıza yapışırsa kimse sizi kurtaramaz sizi ne televizyonunuz ne de bu kafanız kurtarır, ikaz ediyorum sizi ve suç duyurusunda bulunuyorum.

SPİKER:6 aydır neden cezaevindesiniz?

ÜZMEZ: Bunu avukatım söylesin. Ama ben şunu söyleyeyim.Bugün 6 ay cezaevinde bulunmak mesele değildir. Asıl mesele cezaevine girmemekdir. Oraya girmek mutlaka şerefsizlik demek değildir. Bazı yanlış uygulamalar vardır.Bu ülkeye hizmet etmiş insanların şerefini sırtlarında taşımış insanların cezaevinde yatmasını siz uygun buluyor musunuz? Ben uygun bulmuyorum.

SPİKER:Cezaevinden çıktığınız anda nefsime kırgınım dediniz neden?

ÜZMEZ:Öyle birşey dediğimi hatırlamıyorum ama nefsimle iftihar etmiyorum. Nefis insanı kötülüğe sürükleyen yaratılıştır insanın içinde kötülüğü gösteren bir meyildir. O meyilden hepimiz şikayetçiyiz. Allah bizi nefsimizin esaretinden kurtarsın. Nedir yani nefsinden şikayet etmekte mi yasak.

-HUKUKU BİRİNCİLİKLE BİTİRDİM-

Hüseyin Üzmez, Müslüm Gündüz ile ortaya çıkan görüntüleriyle ilgili olarak "Müslüm benim dostum Müslüm dünyanın en dürüst insanıdır en namuslu insanıdır siz ne zannediyorsunuz" dedi. Spikerin "Günah benim kime ne sözünden ne anlamamız gerekiyor buna bir açıklık getirebilirmisiniz" sorusuna ise "Onu sizin bana sormamanız lazım. Sizin bu konuda bilgisiz olduğunuz ortaya çıkıyor. Ben hukukçuyum. Hukuk fakültesini de birincilikle bitirdim. Biraz dikkatli konuşun benimle. Yani nedemek günah benim kime ne. Ben günah işleyeceğim günah tabiki benim olacak" diye konuştu.

Üzmez daha sonra stüdyoya telefonla bağlanan ilahiyatçı Arif Aslan'dan özür diledi. Daha sonra diyaog şu şekilde devam etti:

SPİKER:Sayın Üzmez konuya gelebilirmiyiz lütfen konuya gelebilirmiyiz?

ÜZMEZ:Lütfen kesme sözümü.

SPİKER:Sorularımıza cevap almak istiyoruz uzun süredir konuşuyorsunuz.

ÜZMEZ:Konuya geliyorum.Ben sanık değilim size cevap vermek zorunda değilim.Bir kardeşimle konuşuyorum

SPİKER:Biz gazeteciyiz biz haberciyiz size soru soruyoruz.

ÜZMEZ:Bırak bırak gazeteci filan dinlemiyorum ben vaktiyle gazeteci vuran adamım. Gazeteci vuran adamım.(İlahiyatçı Arif Aslan'ı kastederek) kardeşimden özür diliyorum ben onun elini bile öperim.

SPİKER:Sayın Üzmez az önce sözlerinizden Ahmet Emin Yalman'ı vurmakla övündüğünüzü anladım bu doğru mu

bununla övünüyor musunuz?

ÜZMEZ:Allah'tan korkun yahu hayatımın yarısı gitti bu yüzden gazeteci vurdum kaderi-ilahiye bakın ki ben de gazeteci oldum dedim bunda ne var.

SPİKER:Gurur duyarak söylediniz Sayın Üzmez, bunun için sordum bununla övünüyorsunuz

ÜZMEZ:Aman allahım ben sizin ruhları okuduğunuzu böyle insanın ruhuna girdiğinizi bilmiyordum. Ben size gerçekleri söylüyorum. (dha)

( http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=905744&Date=30.10.2008&CategoryID=77 )

Read more...

29 Eki 2008

bir başkadır benim memleketim (!?)

bloglarımızı bize geri mi vermişler? holleeyyy..

"yok yahu!"

aman da aman bloguma da girebilmişim insan gibi..

"görürsün insan gibi nerenize girecekler.."


blogspot'tan delil toplayana kadar bu aklı kıtlar ve beceriksizler can-ı gönülden fink atalım bari bloglarımızda. hala bir yazı girmemiş olmanın ezikliğiyle yazıyorum işte. yine sesimi duyan, cümlelerimi okuyan 1-2 insan olacağını bilmek içimi ısıtıyor.

aklımı karıştıran bunca curcunanın içinde bir de 'digiturk'ün yaptığı eşeklik iyiden iyiye felç etti beynimi. hayretle izler oldum neler oluyor, neler bitiyor diye. böyle mal gibi oturup izlersem birgün beni de kapatıcaklar diye korkuyorum.

interneti tedavülden kaldıracak bu hükümetler. noluyo len! yoksa dışa kapalı, içe gömük ılımlı islam politikalarının kölesi mi olacağız yakında. anayasa mahkemesi kamusal alanda türbana izin vermedi diye bunlar da bizden mi alıyorlar hınçlarını nedir. bizi neden böyle kategorize ediyorlar?

sorular sorular..of yazamıyorum daha fazla. bu yasağın üstüne paslanmışım. paslarımızdan silkinmemiz dileğiyle şimdilik hoşçakalın dostlar =)

Read more...

26 Eki 2008

Read more...

25 Eki 2008

isyan - direniş - idam




hepimizi sarsan haberi karoshi'den aldım. inanılmaz sinirliyim. bu siteyi hangi mahkeme neden kapatır. akp'nin bu sessiz sansür politikasına eklenen birçok site var. darwinizmle ilgili siteler, atatürk'e karşı olduğu söylenen siteler (?), ahlaka aykırı olduğu ileri sürülen siteler.. vb her geçen gün yersiz sebeplerle insanların iletişim özgürlüklerine baltalar vuruluyor.

bu olayların bikaç kat daha şiddetlisi uygun iktidar ve ortam olduğu için iran'da yapılıyor. fuhuşa özendirdiği için blog yazarları idamla yargılanabiliyor. düşüncenin önüne nereye kadar geçecekler. bu ülke avrupa birliği'ne girmeye çalışıyor ama dünyayla iletişimi kuran en önemli araç olan internet sansürlerle daraltılıyor.





sürekli yerdiğimiz iran amerika birleşik devletleri'ne kafa tutacak kadar ileri bir teknolojiye sahip halbuki. iran'a döndük derken durup birkaç kez düşünme ihtiyacı duyar oldum.

arkadaşlar!

birşeyler yapmalıyız. sokaklara mı çıkarız artık, yoksa avrupa insan hakları mahkemesi'ne mi dava açarız bilmiyorum ama bu konuda yapılabilecek hukuki yolları araştıracağım. herşeyi bir kenara bırakıp şu adamlara dur diyelim artık. of çok sinirlendim. bu kararı veren hakimin kalemini kıçına sokup orda kırmak istiyorum!!

Read more...

20 Eki 2008

cümlenin ögeleri vs blog'un ögeleri

bölüm 1

zamirler birbirine karıştı. o, sen, biz, onlar.. anlamı olan bütün zamirler silindi. şimdi 'ben' var bir tek. düşleri ve düşüşleri devam eden, ama biraz daha tutunmayı öğrenmiş, biraz daha kaçmasını bilen, okyanusun altına gömülmüş bir fay hattı tehlikesinde bir 'ben' var şimdi. hedefi olan bir ok gibi fırladım yaydan. kimse durduramaz, battal gazi olsa duramaz karşımda.

özneler silindi, silikleşti en güçlüleri. sen, o, biz, onlar.. farketmiyor artık. oturmaya mı geldik, kalkıp oynayalım azıcık da. gerdan kıralım, olmadık figürler yapalım. gösterelim kimmiş, neymiş bu adam. bakın köyün delisi yine ortalıkta. hışımla çıkıyor evinden. sağa, sola sataşıyor işte. dilinin kemiği yok, her heceye dönüyor şu dünya.

bağlaçlar ötelendiler. ve, ile.. adım tek anılsın, bir başıma yeterim insanların dilini doldurmaya. yetmediğim yerlerde komşuları çağırırım yardıma. güleriz, ölürüz eski dostlar gibi. sonra arkalarımızdan dedikodular döner envaiçeşit.

zarflar önemsenmiyor artık. sonra, olunca, durarak, bekleyerek.. "ol!" diyor ve oluyor işte. fazla uğraşmadan, beklemeden, düşünmeden. aslolan eylem diyor.


bölüm 2

çivisi çıkmış dünyanın. insanların yüzüne gerçekleri söylemek herkesin duyacağı şekilde hoş karşılanmıyor. fısıldasan yüzüne bakan olmuyor. deli bellenmek ne güzel. keşke herkes(hepiniz) biraz deli olsanız. sırça saraylarınızın duvarlarını içten temizleyin. dışarıyı ve evinizi daha net göreceksiniz. etliye, sütlüye karışmayan, ancak bol bol konuşmasını ve yazmasını bilen korkak bir ırkız sanırım. ırk diyorum çünkü bir nesil değil böyle olan. sinikleşen koca bir ırk olmuşuz. ah sokak ağzıyla yazmak istiyorum bol küfürlüsünden. şu resmiyeti rafa geri koyup o olayım ben de. hepimizin yapması gerektiği gibi. küçük duyargalarımızı kabartıp irkilelim azıcık. rahatımızı bozalım ya da çenemizi kapatalım. çeneler kapanana kadar ben konuşmayı planlıyorum. sizden pek de bir farkım yok, evet. kıçımı yayıp oturmaya devam edeceğim ben de. öyle yapmıyormuş gibi davranmayarak elbette..

Read more...

15 Eki 2008

ilgileniyorum vs ilgilenmiyorum

şimdi size uzun zamanların birikimi olan bir derleme sunacağım. bahsi geçen eğlence ürünü profil sitelerinden birkaçında fotoğraflarımın altında yer alıyor. ( evet insanlarla tanışmak için sitelere profil açıyorum. kimisiyle arkadaş oluyorum, kimisiyle sevgili. kimisiyle de yalnızca yatıyorum. ) bana kalırsa oldukça eğlenceli. buyurun eğlenceye olan yoksulluğumuzu biraz daha doyuralım.


kimsenin iç çamaşırlarıyla ilgilenmiyorum.

kadınlarla ilgilenmiyorum.





karaktersizlerle ilgilenmiyorum

abazalarla ilgilenmiyorum.

aptallarla ilgilenmiyorum.

konuşmasını bilmeyenlerle ilgilenmiyorum.

çocuklarla ilgilenmiyorum.

kalem kaşlılarla ilgilenmiyorum.

kibirden kirpiye dönenlerle ilgilenmiyorum.





playgay'lerle ilgilenmiyorum.

starbucks ve türevleriyle ilgilenmiyorum.

yürüyen penis ve kalçalarla ilgilenmiyorum.

ukalalarla ilgilenmiyorum.

bencillerle ilgilenmiyorum.

kendini matah sananlarla ilgilenmiyorum.

sakin insanlarla ilgilenmiyorum.

emeklilerle ilgilenmiyorum.

oyunbazlarla ilgilenmiyorum.

ortam gülleriyle ilgilenmiyorum

aklı çükünde olanlarla ilgilenmiyorum.

züppelerle ilgilenmiyorum.

romantik prenslerle ilgilenmiyorum.

aktiflerle ilgilenmiyorum.

drama queen'lerle ilgilenmiyorum.





----------------------------------------------------------


akıllılarla ilgileniyorum.

uyuşturucu müptelalarıyla ilgileniyorum.

sigara içenlerle ilgileniyorum.



( smoking, photographer's self portrait, by stuart fresk. late 1930's. )

sevişebilenlerle ilgileniyorum.

jazz'dan, blues'dan ve şiirden anlayanlarla ilgileniyorum.

dürüstlerle ilgileniyorum.

sanattan anlayanlarla ilgileniyorum.

net fotoğraflılarla ilgileniyorum.

temiz ama bakımsız tiplerle ilgileniyorum.



içen sıçan tiplerle ilgileniyorum.


okuyanlarla ilgileniyorum.

açıksözlülerle ilgileniyorum.

yay ve kova burçlarıyla ilgileniyorum.

uzun boylularla ilgileniyorum.



PS. insan ne istemediğini bilmeli. onun için ilgilenmediklerimin listesi daha uzundur.

Read more...

12 Eki 2008

"üzgün adım ileri marş!"




bir insanın ölümünü kutluyorum. hayata karşı ölüm diyen bir insanın, gerçek bir şairin, ve gerçek bir yerleşik yabancının. benim kadın'ım deyip sahiplendiğim, bana ait ve aidiyetimin sahibi olan bir ruh. huzurlu ölüyorsa birileri dünyada nilgün marmara da onlardandır. hiç tereddüt etmeden kendini boşluğa bırakan sessiz bir çıkış yolu, 6. katın duyumsuzluğu ve yatay bir direniş hareketi yaptığı. dostlarına " bizim yapamadığımızı yaptı kız. " dedirten yalpalayışını duyuran şiirleri kaldı ardında.


"kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.

ne zamandır ertelediğim her acı,
çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir -
sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!"

( kuğu ezgisi )





özel hayatını çok da iyi bilen yok. üstadı sylvia plath gibi bir onun bilinçli ölümü için de çeşitli senaryolar yazılmış. intiharını eşiyle bir kavgasına bağlamak nilgün marmara'nın iç dünyasından ve şiirlerinden ne kadar uzakta olunduğunu ispatlar ancak. hayat ve ölüm arasında ince bir çizgidir şairler. rock starlar gibi uyuşturucu öldürmez onları, ölmeye doğmuş akıllardır onlar. kaos ve melankolinin musallat olduğu ruhlara sahiptirler.


"yüzü olmayan bir palyaço, elleriyle olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. içerden ağlıyor ve ölüyor. zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok!

yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu.

yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. hızla kayıyorlar sıvının içinden, adaya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar...
benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?"

( pavor nocturnus ya da delikli uykular )


bir adam tanımıştım. yeraltından dünyaya lanetler savuran bir adamdı. anason kokardı hep, ve şiir kurardı, hala da kurar. hem kurar hem yaşar şiiri. tanıştığımızda ilk gece marmara'yı sordum ona. durmadı fazla uzunca üstünde. "tutunamadı.." deyip geçti. ona yazdığım şiirde şöyle anlatmıştım:


"ben marmara'da uçar dedim intihar balıkları
ve orda yüzer leş yiyen kuşları.
o "evet" dedi, "marmara tutunamadı."


ilhan berk büyük nilgün diye tanıtmış kendisini ilk kez edebiyat çevresine. bir yazarın çılgın karısının adı olan zelda diye ad takmış cemal süreya ona. ece ayhan türkiye'deki en gerçek marjinal olduğunu ileri sürmüş.


"bombalandıktan sonra, heba kuşlarının bir bölüğü akıl ve beden yaralarını
resmettirip, satamadılar. büyük bir bölümü yaralarıyla dilenme sayesinde
unutuş duvarını ördüler. eksi sıcaklığında anımsamanın hiç ses çıkarmadan
yıllardır bekliyor gizleyip yaralarını heba kuşları. öçleri uzun tutar onların;
bombacıyı, her zamanın bombacısını bulduklarında açılacak vücut ve akılları
katil bir öpüşle. bileklerini çevreleyen mavi tül uçup yittiğinde kurtulabilecek
küçük kız darbe arayışından, belki de!"

( heba kuşları )


karanlığın bir ruh hali olabileceğini ve bunalımın zeka ve yetenekle kaleme dökülebildiğini görüyorum onda. doğmuş olmak onulmaz bir yaradır ve getirdiklerinden kurtulmayı beynindeki tüm hücrelerle istemiştir nilgün marmara. kaos ve varoluş sorunları onu içindeki mağaralara sokmuştur. içinde kaybolduğu gizil bir labirentteydi ve tek çıkış yolu yazmaktı. yazdı, yazdı ve kaleminin ucu kırıldı.


"yok böyle bir şey yok!
sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
şimd'i_
beni bağışlayan sarsan
aşan bizleri mor birliktelik.."

( ancak yazgıdır bu )


"ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!"

( düşü ne biliyorum )


beni nilgün marmara'ya bağlayan şiiri de eklemek istiyorum..


"pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin,
olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden,
kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!

nasıl da biçilmiş kaftan ölüm
bu solgun yürek için.
sevinçlerle sevinçleri bağlamayan zaman bir.,
bir boz köprü ve onun dayanılmaz gölgesi.

yitiyor işte gözardı edilen bedenim,
olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
dost, ana baba ve hiçbir umudu düşünmeden
doğramalıyım bu tiksinç vücudu beynimle!

bilirmiydim yaklaşan karanlığı daha önceleri,
son verilebilir yaşamın benimki olduğunu?
şendim, şendim ben,
kahkaham insanları ürkütürdü!

zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin,
olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
aşk, bağ ve hiçbir utkuyu düşünmeden,
kalıvermeliyim öylece kaskatı!"

( savrulan beden )

Read more...

29 Eyl 2008




bu bir tür melankoli mi? yoksa inkar ettiğimiz gerçeklerden birisi mi? "ne kadar da yalnızız dostum.." dostum.. kalabalığın yalnızlığı.. kalabalıklardaki yalnızlık.. bir dostlar meclisinde olabilirsiniz. yıllardır tanıdığınız bunca insana rağmen hissettiğiniz tedirginlik ne diye peki? boşuna yalpalamayınız. içine düştüğünüz vaadedilmiş topraklar değil. içine düştüğünüz kurak yalnızlık.

başınız bir dostun omzunda ağlıyor olabilirsiniz. hepbir ağızdan gülüştüğünüz bir oyun da oynuyor olabilirsiniz. yalnızlık peşinizi bırakmayan bir zebanidir. koyu ellerini üzerinizden kolay kolay çekmez. kurtulduğunuzu sanırsanız da boşa. her yerdedir o. o bir tanrıdır. kader çizer, ömür biçer.

işte üzerime tozlarını döken bu. yalnızlık.. sahip olduğum tüm güzel insanlara rağmen yavan kalan bir parça hep olur, oldu da. böyle olunca ağlamak bile gelmez içinizden. böyle olunca konuşmak faydasızdır. böyle olunca susar dinlersiniz, anlarsınız. yoksa bu mu topluyor etrafınıza 'dostlarınızı'. insanlar almayı seviyorlar değil mi? vermek isteyenlerden de almaya yanaşmıyoruz, tamam. zordur almak benim için, itina ister, hassaslıktır, "kimse beni anlamıyor!".. "hastasın sen! delilik bu!"..

( fotoğraf : tijen bulut )

Read more...

23 Eyl 2008

"yani cevabını bulmuşsun gibi her şeyin"

kızılderililer isimlerini taşımak için zorlu bir süreçten geçerler. bir haftalık çadır ve mantar seansı sonrasında olgunlaştıklarına inanırlar ve bu süreç sonunda bir isimle adlandırılırlar. hayatın anlamını çözmek 'düşünmeyi' gerektirir. keşke hayatta da böyle olsa gerçekten. isimlerimizi kendimiz koysak. bizi ifade etse isimlerimiz. sanal alemde yapabiliyoruz bunu ancak.

sabit bir insan olmadığım için belirsiz periyodlarda ben de sanal adımı değiştirdim hep. lisedeyken karamsarlığımı ve ergenlik bunalımlarımı yansıtan 'kara gece' adını takmıştım kendime. sonra 'lilitu's child' dedim kendime bir süre. bundan sonrası kendimi kaosun içinde bulduğum bir dönemdi. kaosun yaratıcı gücünden ve karmaşasından bir hayli beslendim. beslenmek ne kelime, kaos oldum. kısacık bir dönem ' kaotikherif / the chaotic man ' oldum. sonra ruhani mertebeye erişip ' st chaos ' a dönüştüm. =) saint (aziz) kelimesi beni yansıtmamaya başlayınca yunan'a dönüp khronos'u ekledim adıma; khaoskhronos.

khaos'u artık anlatmak istemiyorum. hayatımın / hayatımızın bir parçası zaten. salt karmaşadan daha gerçek, daha karışık, daha yoğun. her kaosun sonu bir yaratımla bitiyor. khronos ise yunan mitolojisinde kaos kadar eski bir kavramdır ve zamanı temsil eder.




şimdi gelelim bu yazının amacına..

devinim devam ediyor dostlar. kaos duruluyor ve gaia'sını doğuruyor kişisel evrenine. khaoskhronos geri çekiyor etkisini. şimdi küllerimden bir başka isim alıyorum. isim annem karoshi. bu ismi seçme nedenini bırakalım kendisi açıklasın :

"Thesaurus olsa ya adın senin
eşanlamlılar sözlüğü
yani herşeyin bir eşanlamlısı bulunuyor o sözlükte
yani cevabını bulmuşsun gibi her şeyin
duruldun ya
yani thesaurus
söylenen bir şey var mesela artık chaos ta değilsin
direkt eşanlamlısını buluyorsun
Thesaurus
dictionary
tanrı adı gibi de mi
yani özünden bir şey kaybetmemiş de oluyorsun
eşanlamlısı da thesaurusun
definitions yok eşanlamlılar ya da zıt anlamlılar var içinde
aynı zamanda chaos da barındırıyor




kelimenin kökeni:
Etymology
The word "thesaurus" is derived from 16th-century New Latin, in turn from Latin thesaurus, from ancient Greek θησαυρός thesauros, meaning "storehouse" or "treasury" (and thus the medieval rank of thesaurer was a synonym for treasurer). This meaning has been largely supplanted by Roget's usage of the term.
bak bu da güzel:
kavram dizimi demekmiş
thesaurus is similar to a dictionary, but instead of definitions and pronunciations, it contains synonyms and sometimes antonyms."

PS: ' khaos ' adımı çok iyi taşıyacağına inandığım arkadaşım, blogdaşım ' düş penceresi 'ne armağan ettim. bundan gayrı onun göbek adıdır ' khaos '! =)

Read more...

uzun bir yazı yazmak isterdim size. ama buna gerek yok. söyleyeceğim gayet kısa ve öz:

HİÇBİR YERE GİTMİYORUM!!

şimdilik tabi.. =)

Read more...

17 Eyl 2008

dilim varmıyor karoshi'm.. başın sağolsun..

Read more...

14 Eyl 2008

fly me to the moon


merhabalar,

benim adım khaoskhronos. sizlere bir duyuru yapmak istiyorum. dostum u.ç. en geç 2 (iki) ay içinde ülkeyi terketme planları yapıyor. önümüzdeki bayramdan sonraki en yakın zamandan itibaren bu topraklarda bir anıdan ibaret olacak. hayatın kime, ne getireceğini bilemediğimiz gibi nerede, kimi karşınıza çıkaracağını da bilemeyiz. biz önlemimizi alalım bilginize sunalım dedik. u.ç. bizi tam olarak terketmeyecek elbette ki. yazdıklarıyla blog dünyasında var olmaya devam edecek.

sevgiler..

saygılar..

khaoskhronos



PS: khaoskhronos = u.ç.


( tablo : opera house 1982 - brett whiteley )

Read more...

9 Eyl 2008

ilk kez

Yine karanlık doğuyor ufuktan
Keskin acılar içre
Yerkürenin herhangi köşesinde
Olsam bile
Yaralar çıkıyor tenimde, bileklerimde

Göz görmezken bir başına insan
Görsen bile yalnızken
Değişmez yazgı diyor yürek
Soğuk iklimde

Bu sefil ayna
Tılsım olsa gerek
Kuzeyin kentinde
Endişe içinde bilinmez
Taş mı daha sert
Kaya mı!
Bit mi daha büyük
Ben mi!

Boz görüntüyü yutan
Adını koyar
Tamamlanır böylelikle
Bilinmezlik çemberi

Yok bir anlamı
Üzerine bastığın toprağın!
Yok bir anlamı
Uyuduğun yatağın!
Üşüyorsun, kayıpsın
Ve kimliğin..
O da yok!

04/05/2007
stockholm

Read more...

7 Eyl 2008

mimlenme vakası ( bölüm ilk ve son )

düş penceresinin mimi üzerine nefret ettiklerimi yazmalıymışım. mim yazma ritüelimi gerçekleştiriyorum şu anda..

1. çorba, yemek, çekirdek, çay, kahve, sakız vb yerken, içerken hüpürdeten, şapırdatan, çıtırdatan, çakırdatan vb insanlara oldum olası uyuz olmuşumdur. ayıptır yani, nerde öğrendin yemeyi, içmeyi. susar, susar birden patlarım böyle durumlarda da.

2. odaya kapıyı tıklatmadan girenlerden hoşlanmam. yine ters tepkiler verebilirim ve kazazedemiz ne diyeceğini unutabilir.

3. karşısındakine saygı duymayan adamdan hazzetmem. ukalalık açmaza giden kapıyı açar. kimseye tepeden bakmayacaksın. hepimiz insanız, değil mi.

4. çok ve boş konuşanlar can sıkıcı olurlar. kafa ütülemenin alemi yok.

5. sevgi kelebekleri bazen ağır gelebiliyor bünyeme. (ayşe ve emre'yi muaf tutuyorum)

6. tutucu ve fanatik insanları sevmem. farklı şeyler olabilir ama benim için çok yakın kavramlar. 3. maddeye atıf bile var burda.

7. yalancılık gereksiz paranoyalara sebep oluyor. mutlak güven gerek. yalancılardan ve sahte insanlardan nefret ediyorum.

8. yapışkan insanları sevmem. insan başını dinlemek istiyor.sürekli bahaneler uyduruyorsak anlamalı insan.

9. pis insanları da sevmem. salaş olabilirsin, yakan paçan dağınık, yırtık olabilir ama temizlenmek o kadar zor bir iş de değil.

10. dolu otobüslerde insanların türlü türlü kokularını çekerek ayakta seyahat etmeyi sevmem. klima varsa ve fazla sıkışık değilse iş değişir.

11. düşünceleri, konuşmaları ve davranışları örtüşmeyen insanları sevmiyorum.

12. nefret ettiklerimde çekici bir yanın varlığından da nefret ediyorum aslında.

PS: yukarıda yazdıklarımı çokluk kendim de yaparım. kendimden nefret edesim geliyor bazen ama olmuyor işte.. =)

Read more...

31 Ağu 2008

Ölüyorum yavaş yavaş. Kafamın içindeki dünya beni yutuyor. Zaman bu kadar acımasız olmamalıydı. Kusurca örülmüş bu delilik tüm bulanıklığı siliyor, övgüyü hak ediyor. Çığ gibi kayıyor üzerime, kapaklanıyor. Kafamın içinde devasa bir yumak.. işini kolaylaştırıyor olsa da bitişim, benim orospu düşlerim bunlar. Sokakların tadını görmüş azgın kaltak düşsel tapınağında inziva ediyor.

“temizim, asilim ve kibirliyim”

Bileklerimde kurumuş kan ve başarısız hayat deneyimleri. Yaşamak bu kadar ucuz işte. Jiletin kayganlığına bağlı gelecek. Başka bir dünyaya açılan mavi yolculuk kırmızıyla buluşsun. Gözlerimdeki kan çanakları sonsuz boşluğu görmeli.

“sessiz sıkıntımı canhıraş çığlıklarınla bölmek istiyorum.”

Kilitlensin hıçkırıklar ve ağlasın kurbanları peygamberlerin. Geçmiş değiştirilemez, ancak kurgusu boğar hayalgücünü. İttifakını yaptı mı bir de intiharla, kapanır çatlakları kişisel hapishanelerin. Cellat gelene kadar bekleyemem. Ölüsevici mezarcımı çağırın artık.

“olasılık sanrıları görüyorum bulutlarda”

Her soluğumda kırbacın izlerini hissediyorum. Ciğerlerim kavruluyor acı içinde. Bataklık dehlizine açılan kapıdır. En dibe gidersin ve yüzey kapanır kırılan ışık huzmelerinin ardında. Sonrasını sorma. Orgazm taklidi yapamazsın orda. Dişiliğini kullanamazsın, eğer bir kadınsan. İğdiş edilmişsindir artık, cinselliğin bitmiştir.

“düğüm atan bendim kader ipliğime”

Bedenin çürürken bok çukurunda, kemiklerinle lades oynarsın. Rakibin dişli solucanlar ve bir ton börtü böcek olur. Cezanı kendin seçmişsindir. Yatağın belli, yerin pislikleriyle sevişeceksin. Yılanların koynuna gireceksin ve gece yaratıklarıyla meşkedeceksin.

“Masum aşk buradan çok uzaklarda.”

Terli dudaklarımı bileyledim ihanetin ince keski taşında. Kaybedilen saflığın peşinde değilim. İhanetin ateş cümbüşü daha çekici, tutku dolu kadehler daha baş döndürücü şaraplardan. Yolum bu. Yolum sınırsız fanteziler ve kokuşmuş tenleri fahişelerin.

“Susmasını bilmeli tutku tadamayacaksa nesnesini.”

Bir sevgi sorunsalı değil hayat. Koşarsan kurtulursun. Hız bütün gözeneklerini tıkamıştır hayatın. Aşırı alkollü müptelayı durduracak bir kural yok. Belki bir uçurum, belki bir elektrik direği kesecek hızını. Belki sıcak bir anüs, belki erekte olmuş bir penis kesecek soluğunu.

Read more...

24 Ağu 2008

paketime ulaştım sonunda..

dün bir paket aldım.aylar öncesinden bana ulaştırılması için bir dostuma verilen bir paket.içinde birkaç cd, birkaç kitap, bir atkı ve benim fotoğraflarım vardı.cdler ve kitaplar bekleniyordu.asıl amaç atkıydı.(bu konu çok uzun ve sinir bozucu.)fotoğraflar..bir adamın her an sizi görmek için bastırdığı ve yastığının altında sakladılarıydı.kitaplardan birinin arasında başkasına ait bir fotoğraf olmalıydı, el koymuş o başkası iradesizce.diğer kitabın arasındaysa seven bir admaın yazmış olduğu ilk şiir vardı, sevgiliye dair, el konmuştu fütursuzca.bu al mektuplarını, ver mektuplarımı olayı başka yerlere çekilmiş ve saflığın ardına sığınılarak oynanmış bir oyundu.o günki öfkem bugünki özlemimle harmanlandı ve yine tükeniyorum.her tükenişle toparlanıyorum en baştan, daha da başa gidip siliyorum görünürde olan izleri.derinlerimde her zaman taşıdıklarım bana gizli kalsın.alışkınım.

bir konu daha var..hayatıma giren herkese ve yaşanmış herşeye teşekkür etme durumlarındayım.büyümemi sağlayan insanlara mesajlar atıyorum, neden teşekkür ettiğimi anlamıyorlar fakat iyilik yapmanın verdiği o ince hissi duyuyorlar.hepinize teşekkür ederim insanlar ve pislikler.(en az ikiye ayırmak gerek)

PS. hala hayattayım merak edenlere.bir süre ara vermiş oldum sanal dünyaya ama yoklamaktan da geri durmam.selam olsun dostlara..

Read more...

12 Ağu 2008

aliens 3

sıradan bir gündü. her zaman olduğu gibi sabah ilk derse geç kalmıştım. dersin adı introduction to political science, dersin hocası da bölüm başkanıydı. ilk derste kitaptaki konuları sınıfa dağıtmış, her gruptan o konuyu slaytlar hazırlayarak sınıfta anlatması istenmişti. geçen yazımda bahsettiğim 'çalışkan kızlar'ın konusu pek içimi açmamıştı. ben de hocaya gidip hangi grupta kimler var ve konuları ne öğrenmek istedim. aldığım cevap biraz şaşırtıcıydı:

" kendi işini kendin yapabilirsin. arkadaşlarına sor."

suratımın aldığı ifadeyi birçok kişi tahmin edebilir. böyle bir cevap beklemiyordum elbette. hocanın yakınında oturan iki kız araya girip onların grubuna dahil olabileceğimi söylediklerinde de içimden of çekerek suratlarına boş boş bakmıştım.

"sizin konunuz ne?" öyle ya da böyle konuyu beğenmemeliydim.

"tabi bize katılmak zorunda değilsin. sen bilirsin." dendiğini duydum. hoca da müdahalelerine devam ederek çalışkan kızlara katılmamı önerdi. cevabım şöyleydi:

"kendi işimi kendim halledebilirim hocam. sağolun!"

"neden kızıyorsun uğur?"

( cinnet getirip bölüm başkanını azarlayan salak öğrenci ) " kızmıyorum hocam. sadece sinirlendim. kusura bakmayın bağırdıysam.." vb vb sonra yerime geçip oturdum sandalyeme ve çalışkan kızlarla 'theories: classic and modern' başlıklı konuyu hazırladık.

bölüm başkanıyla dialogumuz ilginç gelişmişti zaten. derslerde beni duymayan, yok sayan bir kadındı. doğru cevabı tek veren benken beni duymayıp, cevabı alamayınca da "arkada birisi ... diyordu." demiş olmasına inanamamıştım. dersten sonra yanına bir şey sormak için gittiğimde yüzüme bakmadan seri adımlarla koridorda yürüyerek yarım yamalak cevaplar verirdi. buna rağmen derste bana sorular sorar, sıkıştırırdı. tam tarih kestiremiyorum -ama yukarıdaki tartışma dialogundan sonra olsa gerek- iletişimimiz normale, hatta ve hatta iyiye döndü. son kez yanına gittiğimde şöyle bir soru sorabilmiştim:

"hocam neden diye sormayın ama avusturya'dan 3 yıllık yasağım var. bu erasmus'ta vize alırken problem çıkarır mı?"

Read more...

5 Ağu 2008

aliens 2

bir ingilizce dersiydi. hoca 'group discussion' yaptıracaktı ve birileriyle ilk kez kaynaşmam kaçınılmazdı. önceden bahsettiğim ayrışmalar kendi içlerinde gruplarını oluşturmuşlardı bile. dışarıda kalan iki kişiyi de hoca önceki yazımda bahsettiğim 'çalışkan' kızların grubuna ekledi. böylelikle dört kişilik bir grup oluşturmuş olduk. muhabbetleri hoştu. çok da boş konuşmuyorlardı ve zeka parıltıları görülüyordu. ilginç bir şekilde magazini sıkı sıkıya takip ediyor ve kadın programlarından bahsedip gülüyorlardı. eleştirel yaklaşıyorlardı. bunun bir alışkanlık haline geldiğini bilemezdim o günlerde. bizim bölümde ne aradıklarını hiç bilmiyorum, çünkü apolitiktiler. sosyal demokrat tavırları ciddi -ancak gündelik- konuları konuştukça muhafazakarlığa kayıyordu. özet şuydu; zengin ve tutucu ailelerin çocukları ve kabuklarını kıramamış, aile içinde geçen yaşamlar. onları birbirlerine bağlayan nokta buydu. derslerin tam olarak ingilizce işlenmemesinden dem vuruyorlardı. derslerdeki zorluklar önemli değildi. onların ödevi öğrenci olmaktı ve ödevlerini çok iyi gerçekleştiriyorlardı.

bol bol dedikodu yaptık birlikte. bir ortamda sevmediğiniz insanlar varsa eğer, onlarla ilgili konuşursunuz. sınırları çok belirsizdir, ancak kaçınılmaz bir büyüsü vardır dedikodunun. geçen yazıda bahsettiğim kalabalık ve boş olan gruptan hoşlanmıyorlardı. üç erkekten oluşan grubla dalga geçiyorlardı. kendi aramızda 'altın kızlar' diye hitap ederdik onlara. sosyomanyak rüküş kızın hiç susmayan rahatsız edici sesinden dem vurur, gülerdik ona. derslerde onların yanında otururdum. öğlenleri birlikte yemek yerdik. tabi benim sınıf dışındaki arkadaşlarım yoklarsa.

sınıftan kendime arkadaş olarak seçtiğim bu iki kızla ilişkimiz bir başka ingilizce dersinden sonra zayıfladı ve koptu anlam veremediğim bir şekilde.bu da bir başka yazının konusu olacak bir hikaye..

Read more...

2 Ağu 2008

aliens - 1

ilk dönem başladığında okula büyük bir gerginlikle gitmiştim. sınıf arkadaşlarım nasıl 'yaratıklar' olacaklardı acaba? boyalı yüzleri, kararmış tenleri, küçük dünyaları, yamuk ağızları, sarı saçlarıyla ve daha bilimum 'yaratık' özellikleriyle donanmış nice tiplemeyle aynı havayı soluyacaktım?

ilk haftalar hiçkimseyle konuşmadım gerekmedikçe. derslere sık sık geç kalışım (hele ki ilk derslere kesin geç kalışım) ve rahat tavırlarım beni üst sınıftan sanmalarına neden olmuştu. onlardan biri olduğumu öğrenmeleri zaman aldı.

sınıftan birileriyle ilk, zorunlu kaynaşmama kadar uzun bir gözlem evresi geçirdim. en güçsüz parçaçıklar olan ilk gruplaşmaları inceledim. süslü ve boş konuşan kızlardan oluşan bir grup vardı. bunlar aralarında hemencecik kaynaşmış, diğerlerini dışlamaya bile başlamışlardı.

üç erkekten oluşan bir diğer grup da hazırlıkta tanışan üç burslu çocuktu. bunlar kurtlar vadisi izleyen, bölümle ilgili kitalar okuyan, derin devlet oyunları konusunda kahvede oturan adamlarla aynı düşüncelere sahip, muhafazakar-milliyetçi tiplerdi. onlara 'altın kızlar' derdim. genelde bir arada otururlardı derste. bazen de diğerlerinin aralarına karışıp onları incelerlerdi ama bana hep bir samimiyetsizlik hissi verdiler. hatta içlerinden biri derste o kadar çok konuşuyor ki sınıfta seven pek yok. hoca der anlatırken sürekli bir onaylamalar ya da reddetmeler gidiyor. hani sussa da dersi dinlesek diyoruz.ilk gördüğümde "erkeklerden bunu sevmeyeceğim kesin." demiştim kendi kendime..

bir diğer grup iki kızdan oluşuyorlardı. bu idealist kızlar için dersler önemliydi. önemli olmasına önemliydi dersler ama bunun sebebi yalnızca ders olmalarıydı. dersler dışında televizyondaki magazinel programları ve dizileri sıkı takip edip onlarla ilgili geyikler yaparlardı. diğerlerinden çok daha fazla takdir ettiğim bir davranış olduğunu kabul etmeliyim ancak bu davranışın sınırları aşılınca çevreye de aynı gözle bakmaya başlar insan.

sabit olmayan bir karakterimiz daha var. o da kızlardan gıcık olacağım karakter olarak seçilmişti. abartılı, kokoş bir tipti. kocaman halka küpeler takar, parlak ve süslü kemerlerle şıkır şıkırdır. hele o simli takıları.. bedeni bacaklarına oranla uzundu ve sonradan görme abartılı havasıyla annesinin kıyafetlerini giyinmiş ve süratını rasgele boyamış bir kız çocuğuna benzerdi. bir de sosyomanyak olur bu tipler. herkesi tanıyan sosyal insanlardır.

gelecek bölümlerde sınıfla ilk kaynaşmalarımı, sınıftaki ilk bölünmeleri ve ittifakları anlatacağım. ek olarak da gelecek teorilerimi ekleyeceğim. =)

Read more...

29 Tem 2008

günlerdir yasemin mori şarkıları dinleyerek eğleniyorum. eğleniyorum dediğim yerine göre hüzünleniyorum, yerine göre neşeleniyorum. ama üzerimde bıraktığı etkiyi seviyorum.

dinletmek istediğim ilk şarkı bu. ilerleyen günlerde yenileri de gelecektir..

Konuşmak - Yasemin Mori


sözler (yasemin mori) :

bazen keserdim, biçerdim
yakardım giderdim belli ki sorun bu!

hem de yanardım, dönerdim
gün olurdu sönerdim
sabit kalsam olur mu?

zaten yıprandım, yırtardım
gerekirse bağlardım ama hep geç olurdu!

şimdi duruldum
sana inanır dururdum
bir de seni başıma taç yapardım!

ben seni dinlemedim
sen beni anlamadın

cevapsız soruların
boynumda kolların, al senin olsun!
sen beni yenemedin
çünkü ben senle oynamadım!

kurnaz oyunların, çıkmaz bu yolların
al senin olsun!

çünkü güzeldin üzerdin
etrafta dönerdin, ama gitmen kolaydı
düşününce geçerdim, bir oh çekerdim

nasılsa tek kişilir bir oyun bu
zaten yıprandım, yırtardım
gerekirse bağlardım ama hep geç olurdu
sonra yorardım, sorardım ;
sorun ne?

benimde aklım var dolanan peşinde !

dersin " bugün "
hergün aynı..
dersin "bugün"
her gün aynı..

Read more...

21 Tem 2008

beyaz ev


beyaz bir evimiz olsun. duvarları, eşyaları, herşeyi beyaz olsun. gözlerimizi mahvetsin o renk. kör olana kadar mutlu kalabilelim ama. kafamızı karıştırmasın kırmızılar, maviler. biz kirsiz yaşantımıza bakalım. beyaz duvarlara koca koca pencereler açalım. eşyalar da keskin hatlı olsun, beyaz renkte. keskin hatlı, beyaz koltuklarımıza oturup duvar boyu camdan pencerelerimizden sokakları izleyelim; sonbaharda yağmuru, kışın karı, baharda ağaçları, yazın da insanları. kurulalım beyaz dünyamıza kirli insanları izleyip kınayalım. acıyalım, küçümseyelim onları, ne de basitler bize kıyasla. beyaz evimizde az eşyamız varı görüp gözleri hiç doymuyor diye düşünelim. sonra beyaz çizgiler çekelim aynalı cam sehpalarımıza. beyaz koridorda salına salına yürüyelim bir o duvardan, bir o duvara. pamuklu beyaz çarşaflarla kaplanmış ortopedik yatağımıza düşelim sarmaş dolaş. kalkamayalım, sevişelim beyaz düşler kurarak. beyaz izmaritli sigaramızı yakıp, beyaz duman halkaları çıkaralım havaya. banyoya uğramamız şart. beyazların içinde olup pis kalmak olmaz. tabi ki beyaz taşlarla kaplanmış bir oda banyo dediğimiz. tavanı beyaz alçıdan, duvarları beyaz kare taşlardan ve zemin beyaz taşlardan yine. ellerimizi yıkayalım ılık suyla önce. su biraz daha ılıklaşınca girelim duşa. sağanak bir düş gibi aksın tepemizden, arındırır gibi ruhumuzu. beyaz bezlere beyaz sabunlar sürelim, hindistan cevizli şampuanlar dökelim beyaz köpüklere boğulalım. su aksın tepemizden, köpükler giderinde şişsin duşun. yumuşacık havlularımıza sarınalım sonra, beyaz olanlara. başka renk yok zaten beyaz evimizde. bildiğimiz tek renk bu.

Read more...

17 Tem 2008

kaplumbağa

vaktim uzun
aceleye gerek yok
yüküm de ağır sırtımda
bir hayat taşıyorum
bazen durup da
çekiliyorum kabuğuma
bekliyorum bir şeyleri
son gibi, ölüm gibi...
takılıyorum
yuvarlanıyorum
ama hiç acelem yok
ölümü arıyorum dünyada
boşa değil ya
bu ağır adımlarım

Read more...

7 Tem 2008

Second Love - Pain of Salvation

Read more...

6 Tem 2008

mouline rouge - all you need is love

All You Need Is Love - Moulin Rouge

bu gece kaşıntım var. moulin rouge çekiyor canım. görünen o ki ağlayacağım bol bol..

Read more...

5 Tem 2008

i am doing my way..

my wretched ambitions will nomore last on socalled purposes.i know i have a noble soul upon all those prostutitions, and the nature will purify my faults if i believe myself and herself.i am going to be through with wasting my santimental values.this is not a speech about loyalty, ethics or more.this is doing my own way.the thing i need is only being strong and belief in the future..

Read more...

4 Tem 2008

karoshi'min ruhuna fatiha

bilenin bildiği üzre karoshi blog hayatına güzel bir ara verdi. ben de kendisini anma ve son yazıma gönderme olarak mart ayında yazmış olduğu güzel bir yazısıyla onu anmak istedim burada..

"Albatros Dokunuşu.. My Dear Tattoo

Kantinde öğrencilerim prova yapıyordu akşamüstü... The Chaotic Man ve Desire ile buluştuğumda.. Komikti.. Koro çılgınca bağırıyordu: Dayan dayan! Tamam, dedim dayanıyorum siz merak etmeyin:) ............................... Güldük bir çok şeye aynı anda.. Mutlu yüzlere bakmak mutlu edemese de beni, günün acılı saatlerine inat bir "refreshment" idi iki genç yüz.. Tam karşımda..

Aklımda kalmış olan: The Chaotic Man'in sol eliyle Desire'ın boynuna dokunması... Üşüdü mü acaba diye mi bakmıştı yoksa? Buna benzer "boyanmamış ve cilalanmamış" bir dokunuştu.. Bembeyaz ışıl ışıldı Desire'ın teni.. Veda etmek için kalktığında yerinden başım yakın mesafedeydi aynı ışıltıya.. Ve mis gibi kokuyordu .. Öptüm Desire'ı; öptüm The Chaotic Man'i ve ofisime çıkan merdivenlere yöneldim.. "Çok güzeldiniz.. " aklımdan geçti gitti.
Özlenen: Aklımda kalmış olan...
Yakın duygu: Başka ellerin yüzüme düşen kakülü düzeltişi..
..................................
My Albatros doesn't have any eyes, but still knows how to fly.. And so far..."

Read more...

2 Tem 2008

-mış gibi yapmadan


bana seni sordular nasıl bir çocuktun diye..iyi bir çocuktu, dedim. yalan da söylememiş oldum. rolün çocuksa eğer, sıfatın iyi olurdu çünkü. başka rollere farklı sıfatlar yakışır. soruldu, yakındım ben de nasıl böyle bir çocukla oldu diye.. karakteriyle ilgiliydi dedim problem, insanlığıyla ilgili demek istedim. adilik vardı, adilik vardı bir de. sana aşık mıyım hala? seviyor muyum? bunlar soruldu, asıl sorulardı. ilkine belki, ikincisine hayırdı cevap. ilkinin nesnesi sen değilsin çünkü, 'sen'sin. ben yarattım o 'sen'i. ikincisini de haketmemen için elimizden geleni yaptık zaten.

uzun zaman geçti üzerinden. şimdi bakıyorum da aydönümüzmüş bu gece. nasıl bir tesadüf. kalbimin kenarında hafif bir hüzün duyuyorum, kocaman da bir dinginlik kalan kısımlarında. eskisi kadar acıtmıyor şimdi. eskide kalan hatırlanır, hatırlıyorum. sorgusunu yapmıyorum uzun uzun. kızmıyorum, köpürmüyorum. çabuk geçiyor artık özlemeler.

herkese söylüyorum, sen değilsin özlediğim. 'duygu'yu seviyorum, yaşanılan güzel anları özlüyorum. böyle yaşamayı seviyorum, neyse dibine kadar olsun diyip özümsüyorum, özüme kadar da sömürülüyorum sonunda. bu küllerden doğuyor anka kuşu. nasıl tekrar doğar sanıyorsun yanmadan anlamıyorum. hiç düşünmüyorsun. boyalı maskeleri takıp çıkıyorsun sahnelerde. orada bitiyor ardında kalanlar. sahnenin ihtişamı büyüye boğuyor gözlerini.

seni asla unutmayacağımı ve sevmeye devam edeceğimi söylediğimde nasıl da şaşırmıştın.. ne vardı ki bunda şaşıracak.. aşk olmazdı o sevginin adı arkadaşlık olurdu, dostluk olurdu, ahbap olurdu, yatak arkadaşı olurdu şekil değiştirip ama aşk olmazdı. anlamazsın sen. aptal olduğundan değil. peter pan sendromuyla peter pan arasında bir noktada olduğundan. yarın nerede olursun bilmiyorum ama. üçüncü bir noktaya kaymandır beklenen, büyümen yani. bana kalırsa peter pan sendromuna saplanacaksın.

içimde kin tutan onca şey var ki.. içimdeki aşkı kazıdım, izi kaldı. aldım o aşkı yoğurdum, yoğurdum, yoğurdum.. hamurundan kin yarattım, nefret yarattım.. hepsinin şekli sensin.onlara bakarken buluyorum kendimi, sigaramın dumanını usulca üflüyorum havaya. ben zaten usulca nefes alırım hep korkar gibi, sense hoyratca doldurur boşaltırsın havayı ciğerlerine. işte o aldığın nefeslerden biriydim ben de. öyle hızlı attın ki beni ciğerlerinden çocuk, odanın duvarına kadar uçup etrafa dağıldım..

Read more...

1 Tem 2008

altın vuruş

eskittiğim şarkılar doğurdun
damarlarımda kirli kan
aşkyuvarlarından notalar

mum ateşinde erittiğimiz
koca bir yalan geçmişimiz
hukukumuz ancak acılara dayanır

öl dedim sana
kırmızı gözlerle
şehir yas tuttu sinsice

01/06/07
stockholm

Read more...

25 Haz 2008

yitirdiğim günahlarımla birlikte beni yaşatan ateşi de söndürmüşüm.

I.

"şefkatli varlık,
kutsal aşkı ver bana.."

böyle başlamıştı duam.gözyaşlarım dökülüyor.ağladığım kimdi ya da neydi bilmiyorum.ilkin diri diri gömdüğüm aşkıma hüzünlendim.sonra, sonra adlarını hiç hatırlamadığım sevgilerime.beş dakikalara sığan hızlı eylemlerime; her saniyesinde hayatı damarlarıma afyon gibi karıştıran okşayışlara.tutkumu zımpara taşıyla kazıyan dokunmaları unutmuştum oysa.

neredesin şimdi?kimsin?adın ne isimsiz sevgili, adın ne?hatırlıyorum herşeyi; ne yaptık, nerelere gittik, ne yalanlar söyledik..yaralı dudakların - en güzel dudaklardı onlar..tenini bile hatırlıyorum şimdi.umrumda değil seni kimlerin kokladığı.sevdiklerim başkaydı sende.

yazamıyorum.bu yazdıklarım değersiz, anlamsız sözlerden başka birşey değil.yitirdiğim günahlarımla birlikte beni yaşatan ateşi de söndürmüşüm.

01/11/05


II.

"ilk yazımdan üç yıl sonra ne değişti?" diye soruyorum kendime.kocaman bir hiç sarıyor boynumu geceleri.aynı sorgular var.aynı acılar.biraz daha sahiplenme ve sadakat eklendi yalnızca.onlar da içi boş etik kavramlarmış.öğrendim.

üç yıl önce böyle değilmişim, kuşkusuz.bedenleri 'han' bellemiştim arayışımda, bitmez duraklarım olmuş.daha toy bir hevesle çalmışım her kapıyı.konuşmuşum, dokunmuşum, öğrenmişim.böyle diyorum ya, bakma sen bana.iğreniyorum çoğundan.

aşkı oyun bellemiş çocuklar, evcilik yalanları.bu da bir aldanmaca.aşkı kocaman, pembe bir bulut sanma yine de.yeme, içme gibi bir alışkanlık sadece, bir ihtiyaç de.gençliğin ateşiyle bükülen bir demir farzet.çekiç darbeleriyle şekillenen, yattığın bedenlerle körelen bir kılıç olduğunu düşün.

şeklimi kazandım, artık keskin bir kılıcım.bu kılıç sahibini kesiyor.tutan elleri parçalıyor.kınına sığmıyor.şimdi daha net görüyorum, aşk öldürüyor.

25/06/08

Read more...

"biz diğerlerinin mutluluklarına erişemeyeceklerdeniz."


( fotoğraf: josef koudelka )

Read more...

21 Haz 2008

sel düşü

öğüdümü selden alıyorum bundan böyle

bilişsiz bir saydamlıkta

taşı çağırıyorum kum taneciklerinde


yaşlılık

ne yorgunluktur şimdi göğün kıyısında

söz bitimi bir eğlencenin düşüyle

elini aya uzatmak

ölgün suda yansıyanı yakalamak

ahmaklıktır hayata karşı umut dağıtmak

susmalı artık kesilmeli soluk


bozgun ellerimde tuttuğum iştahsız toprak

bir hışımla yutardı beni de

örtmeseydi alnını biçarelik

yutardı beni hışmını yitirmeseydi keşke

yadsımıyorum yine de geceyle karışan yaşamı

yerin dibine batan güneşi


(stockholm)

Read more...

buğday tarlası

Buğday tarlalarından eserse bir gün rüzgar tüm sıcaklığıyla

O gün aşk kapıma çarpacak güz yaprakları gibi.

Onurdan bahsedecek, biraz da düş kırıklığından

Toplayacak düşen yaşlarımı yastığımdan

Kalbim kanıyor olacak eşikten baktığında o

Belki son nefesimi vereceğim

Kış beyazlığını örtecek toprağa

Orda olacağım yine de

Orda bekleyecek bir adım yalnızlık

Savaşacak cesur askerler gibi aşka karşı

Kim ölürse galibiyet benim olacak

Yalnızlık aşka bakıp gidecek

Read more...

18 Haz 2008

beni öldür anne

aşağıda gördüğünüz şiirimsiyi günlüğümde buldum.okurken çok eğlendim.muhtemelen annemle bir kavgamız sonrasında yazmışım.yoksa çok severim anneciğimi.ahahah..çok eğlenceliymiş ama.. =p

beni öldür anne
ekmek bıçağını
doğrudan boğazıma sapla
bu işi uzatma
yılan dişlerini beynime dolama
kapat o lanet çeneni
beni zehirleme anne
duraksamadan indir giyotini
yahut iskemleyi
it ayağının ucuyla
bana acı çektirme anne
ruh hastası bir katil gibisin
seri işkenceler uyguluyorsun
kapat çeneni anne
sessizdir ölüm
gözlerini yum ve ellerinle benimkileri
kapa anne

21/01/06

Read more...

16 Haz 2008

yangın

silik bir gölgenin içine düştü şehir
yangından kurtulan evlerde hala mücadele
küllerin arasında bir taş, değerli olmalı
ruhları yaralayan alevin bile yok edemediği taş
her tarafta yaralılar, gövdesi kömür kollar, aksayan kalpler

silik bir gölgenin içine düştü şehir
insanlar toz parçaları gibi dağılıyor meydanlarda
umursamak elde değil, umarsızlığın ini şehir
toz parçacıkları dumana bırakıyor kendini
yumuşak bir yatak sanıp ölümün izlerini

silik bir gölgenin içine düştü şehir
odamın duvarları boş, eşyalar üstüste
öldürücü bir cinnet anı konuyor pencereme
perdeler kapalı, perdeler kapalı
görmüyorum cinneti, duymuyorum
kulaklarım kapalı, gözlerim kapalı
inkar ediyorum bir yangın mahallinden kaçtığımı
dumana sığınıp unutmaya çalıştığımı

12/12/06 00:35

Read more...
Web Stats

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP