17 Eyl 2009

let there be light!

merhaba okur,

bundan tam iki(2) yıl önce açmışım bu blogu. ne tesadüftür ki tam - ama tam - iki yıl sonra kapama kararı aldım. daha doğrusu taşınma kararı. öyle havalı ya da karanlık sebepleri yok. aslını istersen adına yaraşır bir şekilde ışığa gitmek için gibi bir amacı var. bu blogun da ışığa izin vermesinin vakti geldi artık.

merhaba okur..

ozan kayra

Read more...

12 Eyl 2009

mini minnacık böcükler =)

kafamı en çok kurcalayan sorunumu çözdüm. içim o kadar rahatladı ki. arkadaşınızın eski sevgilinizin 'fuckbuddy'si olduğunu öğrendiğinizde ne olur? ben söylüyorum; (eski) sevgilinizin hiç bilmediğiniz yönlerini öğreniyorsunuz. bir de zaman geçtikçe nasıl bir 'şey'e dönüştüğünü. yaklaşık 15 ay sonra ondan bahsederken gülüp geyikler çevirmeye başladım. ne büyük lütufmuş bu.. şöyle bir anektot çıktı o dialoglardan mesela: "..3 ay gözlük takmadım, *****'la çıktım işte.." ya da "moulin rouge bizim filmimizdi.." diye başlayan içli sohbet şöyle biter: "..hahah... evet ya, oyuncu kırmızı değirmen'in gülü oldu, o*ospu oldu, şair de yas tuttu..puhaohaohahaha.." neler öğrendim, şimdi söylemeye dilim varmıyor. ama pes doğrusu, beni şaşırtamaz artık bundan gayrı. yazımı bir şarkıyla bitirmek istiyorum:

"hayatıma giren herkese
yaşanmış herşeye
teşekkürler
büyüyorum sizinleee.."

Read more...

1 Eyl 2009

olacak olacak

insan dediğin ne garip varlık.. son postumdan sonra ruh halim değişti. biraz yazıp dökülmenin etkisi, biraz tesadüflerin, biraz da umudun..

2 günden beridir şunun farkıdayım: benim içimde bir 'aşk' duygusu var. sevmeyi seviyorum sanırım. sevmeyi sevmeliyim. güzel bir his bu. ve o duyguyu pozitif aşka çevirmek elimde. aylardır negatif aşka bel bağladım, umutsuz yere üzüldüm durdum. sonra nötr aşka geçtim sanırım, kendi yağında kavrulan, beklentisiz aşk. şimdi pozitif aşka geçip kendimi iyi hissetmeye başlıyorum. istediğim kişi olursa ne mutlu, olmazsa "n'apalım" diyeceğiz..

farkında olduğum diğer ve daha önemli olan da şu: mutsuz olmamın asıl sebebi şu aşk meseli değil. insanlara sorunca söylenecek bahanesi o. asıl sorunum maddi. bunda da yapabileceğim herşeyi yapıyorum. olacak, düzelecek bu da. umudum var en azından. o da düzelince yoluna girmeye başlayacak hayat.

"gençsin, üzgün olma. mutlu olmalısın sen. neden böyle şeyler yazıyorsun ki?" diye akıl veren insanlara ne desem bilmiyorum. biliyorum iyi niyetliler, sağolsunlar. ama ben meraklı mıyım acaba böyle boynu bükük melankolik takılmaya acaba? hiç de değilim. gencim, güzelim. niye şu biricik günlerimi heba etmek isteyeyim. şansım yoksa suç benim mi. =p

böyle işte.. sanırım birşeyler olacak. yakında siz de haberini alırsınız elbet..

Read more...

30 Ağu 2009

tur'at-ladı



ne kadar da iyiydim halbuki. ne kadar da iyi olmaya çalışırken yedim o baltayı gövdeme yine ve yine. ha umudumu kaybetmiş değilim hayattan yana. sadece kontrolsüz tepkilerimden birini yaşıyorum, geçici. ulan böyle postla girmemeye söz vermiştim kendime. olmuyor ama. olmuyor işte. okuyorsa da okuyor, ne diyeyim. nasılsa uçtu kalan umudum da elimden. öyle böyle debeleniş olsun.

dün gece güzeldi. gecenin iki buçuğundaki ani kararla taksime gidiş ve keyifli bir gece.. güzel mesajlaşmalarla kendimi mutlu hissetmem vs ne kadar da güzeldi. =)

sonra sabah oldu uyandık klan olarak. ah o msn konuşması. ah o haber alış. hep gecelerin ve yalnızların bulantısı işte. yeni bir arı kovanı bulmuş turat. yeni bir bal kovanı belki de. sonra italyandan gitar kalmış buna. var demek ki değeri ve anısı. artık kendimi suçlayamıyorum. bir kabahatim yok. paranoyak hiç değilim. onun paranoyaları bana mal oldu, yapıştı üstüme. kötü hissediyorum şimdi, çünkü mesaj atma teşebbüslerimi zor engelledim geçtiğimiz iki gece. iyi ki engellenmişim. daha kötü etmek vardı yoksa durumu. ben tam bir aptalım arkadaşım. dönse yine iner yelkenlerim suya sonuncusunda olduğu gibi. o korkar yine kaçar artık. neyseki hayatımı yeniden yapılandırma konusunda inatçı ve umutluyum. bundan vazgeçmiş değilim ve önceliklerimi biliyorum. zamanı var herşeyin, olacak herşey, sırasıyla.

geçen gün rüyamda gördüm 15 aydan beri 2., bilemedin 3. kez. güzel yerinde rüyamın telefona gelen mesajın sesiyle irkildim. ulan ne bahtsız herifim ben ya. =) ne mi gördüm rüyamda? aslında büyük bişey değil. yolda yürüyorduk, raslaştık. sohbet etmeye başladık. öyle koluma girdi. samimi ve doğal bir sohbetti zorlamasızından. hatta kendimi tutamayıp ne hale gelmişsin sen dedim. güldük ikimiz de. özlemişim demek. sonra uyandım tabi.

bir tur daha atladı. ben de hayata rağmen zorluyorum. başaracağım. kısa vadede pek beklentim yok ama uzun vadede hayat beni bekliyor. yarın olunca göreceğiz.


tek basamaklı ve tek haneliydi hep kalabalığımız
tek basamaklı tek hanelerde tek başınalıktı yaşadığımız


resim: joan miro - der sonnenschlucker

Read more...

Hakkımdaki yanılgı teoremi

Beni beyaz gösteren hayvanlar konsolosluğunda
çok güldüğüm kesik tablolar koridoru
çırılçıplak Z harfleriyle doluydu:
Mantık Z ise alfabe tamamlanmış,alfabe bitmiştir.
Orada artık yeni dillerin kadınları ’sessizlik’ doğurur.

’Felsefenin kamışı kalksa her canlının bir jeneriği olurdu’ baskın genlerin trajedisi ile
aşk bir lafa dönüşür,aşk bir lafa bürünür gelir..
’Ben lafım’ derdi..
Bu laf bana çok dokunurdu..

Edindiğim tehlike,sahip çıktığım cismani girdap
özgürlüğün gözünü çıkartır,yerine
acıdan arta kalan ’’bilinci’’ oturturdu..
Yoksa dünya,zaten yoktu..

Bu gezegen hayaldi,hayalperverdi,acayip bir rivayet..
Gerçekle olsaydı en küçük ilintisi,bugün mezarlarlıklarda bir tek ’İskender’ konuşulurdu...

k.iskender

Read more...

25 Ağu 2009

Kaosun Altın Çağı

Yunanlılar evreni kaosla başlattılar. ‘Önce kaos vardı..’ diye başlar varoluş. Yazıma böyle afili bir şekilde Yunanlılardan bahsederek başladığıma bakmayın. Doğu’yu çok iyi bilmesem de uygarlığın Yunan’la başlamadığını biliyorum. Konuya gelince, kaos bir varoluş serüveni insanoğlu için ve devinimini yitirmeden hala var olmaya çalışan maddeler dünyasında hükümranlığını sürmektedir.

Teknoloji Çağı dediğimiz şu erken evrede kaos tekrar canlanmış, metropollerden kablolar ve uydular aracılığıyla ıssız topraklara kadar tüm dünyaya yayılmıştır. Sokaklardan gelen çocuk ve motor seslerinden tutun da kafamızda sürüklediğimiz düşüncelerle çöllere kadar onu her yere götürdük. Kaos bizi kullandı diyebiliriz, hepimiz ona hizmet ettik tarih boyunca.

Gündelik yaşantımıza bakın. Sabahın erken saatlerinden itibaren bir döngüyle hep karmaşanın içine adım atıyoruz: Trafik, kalabalık, insan yığınları, sokaklar, işyerleri ve okullar, barlar ve kafeler, evde televizyon ve bilgisayar, uykuda rüyalar… Teknoloji çağı kaos çağıdır. Global dünya kaosun kalesidir. Büyük devletlerin çıkar çatışmaları, büyüklü küçüklü rantlaşmalar, yaratmaya çalıştığımız otoriteler, ünlülerin magazinel yaşantıları bizleri gitgide yalnızlaştığımız bir kaosun içine sürüklemekte. Teknolojiyi de nefer ederek kaosun gizli ajanları olarak her aktör makro ve mikro sistemlerde rolünü farkında olmadan yerine getiriyor.

Yukarıda yazdıklarım yüzünden kaosu kötü birşey sanmayın. Kaos devinimseldir. Ana renklerle ara renklerin belirsiz bir düzende saydam bir kürenin içindeki hareketleri gibidir. Evet, belirsiz bir düzendir kaos, ya da ters ifadesiyle belirli bir düzensizliktir. Anka kuşunun hikayesini herkes duymuştur. Hikayesini bilmeseler bile yanıp yanıp nasıl da küllerinden tekrar doğduğu bilinir. Kaos işte böyledir. Önce göze belirsiz gelen bir düzenle (düzen diyorum çünkü nedensellik vardır.) bildiklerimiz yerle bir olur. Et küle döner, yapılar moloz yığınlarına. Zamanın işleyişi asla bitmediğinden (şu Yunanlılar 'kaos'tan sonra 'zaman'ın varolduğunu düşünmüşlerdir. Yani önce kaos varolduysa, sonra zaman gelmiştir. Hatta hiçbir tanrı ya da güç kaosa ve zamana karışamazdır.) yine, yeni ve yeniden bir varoluş başlar. Kül anka olur, moloz yığını bir yapı.

Kaos süreğen ve devinen bir varoluştur. Ondan kaçmaya çalışmak faydasızdır, çünkü girdap etkisi yaratır bu. Bitişler ve başlangıçlar, ölümler ve doğumlar onun elindedir. Tıpkı içinde yaşadığımız bu zaman gibi olasılıklar ve tezatlardan ibarettir. Umutsuzluğa düşen insanların haline bakın. Yazarlar ve şairler en büyük eserlerini çokluk umutsuz bir kaosun içinde yazmışlardır. Bu bazen bir savaş olmuştur, bazense kişisel bir debeleniş. Özgürlük hikayeleri düzenin bozulmasının ve yeniden kurulmasının hikayeleridir. Sıradan insana baktığınızda da farklı değildir durum. Dibe vurmadan yüzeye çıkamama durumu yani.

Kaos çağına hoşgeldiniz. Devletlerin ve insanların teknolojiyle hizmet ettiği bu varoluş sürecinde sonumuzu iyi bir başlangıç için hep birlikte hazırlamaya hazır mıyız?

Not: Bu yazı Serbest Yazarlar Platformu'nda yayınlanmıştır.

Read more...

12 Ağu 2009

tomorrow is another day

neden diye sormayın
gülüyorum işte
geceler eskisi kadar
karanlık değil
hüzünler koyu tatmıyor
bir umut işte
düştü avucuma
yarın başka bir gece
günler daha neşeli
sormayın neden diye
gülüyorum işte

Read more...

6 Ağu 2009

özel pot: seni sekiyorum

filmlerin evhamlı havasına kapılıyorum zaman zaman. bu son bir yıldır romantik filmlerden kaçmama sebep oluyor. elimde kumanda kendi televizyon kolektifimi yaparken bir filme rasladım. şu amerikan romantik filmlerinden biri. ölen sevgili ve ölümsüz aşk ideali. bunlardan bahsedilmesi bile gözlerimin dolmasına sebep oluyor bazen. son kez böyle bir filmi izlemem hayatımın dibe vurmasına sebep olacak bir ilişkiye itmişti beni. şimdi bundan kaçıyorum köşe bucak.

evde olmayı sevmiyorum. beni kafamdakilerle başbaşa bırakıyor bu. ölümsüz aşka karşı sonsuz kaçış sendromu yaratıyorum. kafamın içindekiler boynuma dolanıyor soğuk bir yılan hissiyle ve sıkıyor. annemin eve girmememden şikayet etmesini ona böylesi lüks mazeretlerle açıklamamın bir faydası olmayacak. 'hadi canım sen de!' ifadesine karşı konuşmak istemiyorum. kumanda elimde televizyona lanetler ederek kanallar arasında git-gel yapıyorum, yahut kitabıma dalıp başka dünyalara ve düşüncelere gidiyorum. ta ki aynı cümleyi defalarca okuyana kadar. bu demek oluyor ki artık konsantrasyon sorunu yaşamaya başlamışım.

şimdi birkaç saat geçti. film bitmek üzere artık. sidilerin arasından o filmi bulup izlemeye karar verdim. hem odamda rahatsız edilmeden zırıl zırıl ağlayabilirim de. ah evet melankolikliği seviyorum. dışarda ayılıp bayıldığım yok. bu benim özelim. hayatın bir gerçeği olarak kabul ettiğim bir his. tıpkı gülmek ve neşelenmek gibi bir gereklilik denge için. sekizinci ayın beşinde, saat onu otuzyedi geçe o filmi izlemeye hazırlanıyorum şimdi. havlu/mendil hazır. bu sefer gözlüklerimin üzerine oturmam ağlarken umarım. =)

Read more...

30 Tem 2009

kül kustuk

aşklar biriktirdik uzuvlarımızı kanatarak
gözlerimizi yumup kandıklarımızdan
zamanlar çaldık dikmek için tenimizi
bitiyor işte gün ve gece
bu sonsuz düğüme bir ilmik de
gam ekliyor özlemlerimiz
hiç olmayacak bir duaydı ki
düşmedi dudaklarımızdan kadim olan
kırgınlıklarımızı da götürdü
ağardı kapanan yaralarımız çizgi çizgi
bakışlarımızda eski ışık yok, büyümüşüz
ölmüşüz de bilmemişiz bazı bazı
omuzlarımız üstünde dik başımız
dövüşmüşüz cansız yürekler ordusunda
savaşabilmeyi umut etmişiz artık
barış ayakta durabildiğimiz noktaymış
öylece dikilip izledik hayatı o gündür
hasılı çok gördük,az yaşadık
düsturumuzda unutmak varmış
yarınlar dün silinerek kurulmaz
emek can yakarmış

30/06/2009

Read more...

17 Tem 2009

sıradan bir gün

sana ulaşmak
buzda yürümeye mi benzer?
yakaladım derken çatlayınca zırh
gölün dibini boylamaya mı?
ellerim soğuk şimdi
kanım morardı
bembeyaz yüzüm
boz bir küre sanırsın

sana ulaşmak
uçmaya mı benzer havada?
ne kadar kanat çırpsam
bilirim kuş değilim
umarsız bir anlamla gözlerimde
yere çakılmaya benzer

sana ulaşmak
yazın ortasında dondurma olmak mıdır?
avuçlarında erimek
eridikçe bitmek
dudaklarındaki açlıkla tükenmek

sana ulaşamamak desem
yaşamanın ta kendisi

19/06/2007
stockholm

Read more...

13 Tem 2009

ahan da istanbul

işte istanbul açtın bana kollarını sokaklarınla, barlarınla, gece kulüplerinle. değişmezliğinin verdiği güven ve arsızlığının yavrusu öngörülmezliklerinle kavuştum sana. en çok ben değişmişim, görünürde aynı deliyim, hadi az biraz dinmiş halinden.

geldim işte istanbul,

sırtımdan attım o yükleri. o yükler kendilerine gebeler şimdi, hükümsüzler.

kafanız rahat, gönlünüz hoş olsun okurlar..

Read more...

6 Tem 2009

ulan istanbul!


ulan istanbul, bekle bak gelmiyor muyum üzerine üzerine! =)
özledim ulan toz toprak kokan ellerini
kadıköy, boğaz, galata üçgeni kuran manzaranı izlerken
arabada cigara içtiğim geceyi unutur muyum sanıyorsun
beyoğlu'nun arka sokaklarında köhne gizli barlar aramayı
ıslak hamburgerinin, dürümünün tadı hala damağımda
bir de erkeklerini özledim istanbul
kendini kucağına atmış aptal delikanlılarını
taksim meydanı'na karşı simit yemeyi özledim
bakışlarıma esrar katan orospularına bakmayı
ulan istanbul, bu sefer yeniyim bak
ona göre dağıt elimi, torpil geç hadi be
kaldırımlarında ceviz kırıp votka içelim
(dönünce bir de ceviz kırmayı deniyeyim iyisi mi) =)
ellerimle şekiller çizmeyi özledim taşlarına
en güzel manzaraları, en maytap gecelerini
kadıköy'e metrobüs uzanmış, okuluma 5 dakika metro
vapuruna binip kıta atlayalım seninle
adalarına gitmezsek olmaz, bu güne kadar olmadı yani
bundan sonra olacak, sultan ahmet'te ezan bitene
kadar zaman tutalım, kulak tıkayalım
görmediğim hazinelerini aç bana
bir de iş bulalım, cebimiz boş kalmasın artık
aylık akbil yükleyip düşelim yollara kaplumbağa
ulan istanbul, özledim seni selefsizim! =)

Read more...

2 Tem 2009

2 temmuz 1993, sivas, madımak

Read more...

26 Haz 2009

cuidar de ti ines..

onu ilk ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. ama ilk sohbetimiz odasında verdiği bir partide olmuştu. 417 numaralı odada votkalar içildi, siyaset ve dinden bahsettim. sağ görüşten olduğunu söyledi ve bu konular hakkında tartışmak istemediğini belirtti. niyetimin tartışmak değil, öğrenmek olduğunu söylediğimde "tamam" dedi ve anlattı sabırla. hayatımda tanıdığım en mükemmel insanlardan biridir ines. aylarca yabancı bir memlekette tekbaşına ayakta duran bir kadın. buradaki diğer erasmus öğrencilerinden farklı olarak o 30 hemşeriye sahip değildi. dilini konuşabildiği hiçkimse yoktu. aramızda sessizce dolaştı biz türkçe'ye kendimizi kaptırdığımızda. uyumluydu, hayır demedi hiçbir şeye. öyle ki elimizle yemek yediğimizde bizi izledi ve o da aynını yaptı. ines bir insan olarak tanıdığıma memnun olduğum nadir insanlardandır.

iki aydır aynı katta yaşıyoruz ines'le. eski oda arkadaşı büyükannesinin ablası aracılığıyla yolldığı parayı çalmasına ve kıyafetlerini sormadan kullanmasına ses çıkarmadan odasını değiştirdi. yakınındakilerden başka kimseye söylemedi ne olduğunu. sustu. odasını değiştirdi. o kadar düzgün bir insan ines. kadınıyla erkeğiyle herkes aşık ines'e. o kadar iyi bir insan ines.

iyi insanlar neden açık hedef halindedir bilmiyorum. kalp yarası oldu onunda. klüplerde hırçın delikanlılık yapan bir türk erkeğine kaptırdı gönlünü. delikanlının da gönlü vardı onda ama saçma sebeplerden dolayı olmuyordu; türkiye'den müslüman bir kızla evlenmek. ines çok acı çekti ama vakurdur. kimseye göstermedi zayıflığını. çoğu zaman kapalı bir kutu oldu. yüzüne baktığımda anladığımı sanıyordum onu. yüzüne baktığımda gördüğüm insandan memnundum.

yarım saat sonra bıçkın delikanlı tren istasyonuna götürecek ve yolcu edecek onu. bütün gece birlikteydik. kız kardeşlerimiz ağladı, ines ağladı. sonra mutfak eşyalarını bana vermek için toparlarken ben başladım ağlamaya. tabak, çanak, yiyecek, içecek ne varsa bir araya topluyordu. "seda bunu sevmez, biliyorum ama bunu da al." bile dedi. seda'nın sirke sevmediğini unutmadı o anda da. işte ines böyle düşünür insanları hep. ne yazacağımı kestiremiyorumines için. ama ispanya'da bir kız kardeşim olduğunu biliyorum. verdiği ispanyolca sözlüğü parçalayana kadar kullanacağıma da söz veriyorum.

cuidar de ti ines..

Read more...

24 Haz 2009

döküntü


geldi, kapımdan baktı çekinceli bir ifadeyle. beklenendi o, özlenen ama korkulan. güvenmediğinden korkarsın, tekrar tekrar tekrarlanan tereddütlerin olur. uzaktan bakarsın önce, temkinlisindir - öyle sanıyor da olabilirsin. suratına tükürmemek için tutarsın kendini kasım kasım. yavaş yavaş dökülür inciler, kelimeler cümlelere varır. bakarsın cengaver cesaretini takınmıştır yine. neye güvendiğini anlamazsın. sevgine mi? =) sevmek her koşulda yeniler mi? insan kendi içindeki sevgiye güvensin önce.

akıl ve kalp arasında gidip geliyorum. orta yolu bulacağımdır bir yerde. kalbimin bu hızlı atışları 'geri dönüş'ten midir, 'umut'tan mıdır bilemiyorum ama göğsümde nefesimi daraltan hissin neyden olduğunu biliyorum. üst paragrafta özet-üstü bir şekilde anlattığım durumdan kaynaklanıyor.

üçüncü paragrafı satırlarken (kalem kılıçtan üstündür! =)) bunu okuyacak olmasının verdiği rahatsızlıkla açık açık yazamamanın verdiği kaygılı vaziyeti belirtmek istiyorum. hazır direkt hitab etmişken şunu da ekliyim.. birlikteyken okumadığın kadar çok okuyorsun blogumu. işte buna kıl oluyorum abi! =)

Read more...

19 Haz 2009

KAosun İçindeki Aşk Yıkıntıları

(aşağıda okuyacağınız vicdani redçi bir arkadaşım tarafından yayınlanan bir fanzindir. burada yayınlamaktaki amacım sesini duyurmasına katkı sağlamak ve bunu desteklemektir. siz de böyle düşünüyorsanız, lütfen bloglarınızda yayınlayın. aşağıdaki link arkadaşımın bloguna aittir:

http://hayalci-utip.blogspot.com/ )



İAŞE


kafasına göre çıkan fanzin...
iasefanzin@yahoo.com
KAosun İçindeki Aşk Yıkıntıları

Sayı : 4
ARAYIŞ

İnsanın içindeki tıkanıklıklar büyüdükçe bir şeyler istiyor insan dışarıdan gelsin. Dışardan hep yalan geliyor(genellemeler ne kadar doğru ise). Peki hangi yalana inanacağım ? Bakıyorum insanların çoğu dinlerin ve devletlerin yalanlarına "inan"mışlar. İnançlı insanlar. Peki ben neye inanacağım ? İçimdeki tıkanıklığı çözeceğime inanamaz oldum artık. İnsan kendisine güvenemediği nokta da mı dışardan gelen şeylere inanmaya başlıyor yoksa? İnanmak ve bilmek arasında öyle büyük bir fark var ki. En az bildiklerimin gerçeklerden farklı olduğu kadar.
(devamını yazmaya çalışırken Mazlum Çimen’den sen benden gittin gideli ve (ismini anmadan önce Sivas katliamını hatırlatmadan duramayacağım) Hasret Gültekin’den bir insan ömrünü neye vermeli’yi dinledim.)
Devletin yalanlarına neden inanayım ? Madımak’ta ateşi yakanları umursamadılar bile. Devletin parasını kullanmamak adına direnebildiğim kadar direndim, destek olmamalıydım onlara. Onlar büyük bir güç ile savaşları yaratırlar sadece. Onlar büyük güçleri ile durdurmazlar Madımak’ın yanmasını geri çekilir ordu canice yakma eylemini gerçekleştirenlerin yanından. Dinlerin hiçbiri masum değil, ahlak bekçiliği yaparlar kendi adlarına. Ahlak gerçeği yanlıştan ayırt edebilmektir, Adem ile Havva’nın yemesi yasak olan meyve ise doğruyu ve yanlışı bilme meyvesidir. Doğru ile yanlışı bilmemiz yasak, yoksa kolay sömürülemeyiz, koyun olmamız gerekir çünkü.
Madem inanacak bir şey arıyorum şöyle olsun. Vatanları, Dinleri için öl(dür)meye hazır bunca insanın ortasında barış adına en az onlar kadar kararlı olmam gerekir. Pir Sultan'ın dediği gibi.

Kadılar, Müftüler fetva yazarsa
İşte kemend, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Kendimi kesinlikle Pir Sultan ile kıyaslamıyorum, nasıl bir karınca olduğumu iyi biliyorum. Ormanda yangın varken ağzımdaki küçük su damlası ile yangını söndürmeye gitmek, sadece hayatta kalma çabasından ibaret bir hayattan daha onurlu görünüyor gözüme.
Dışardan duyduğum en güzel yalan; Askere gitmemek için direnmek. İnsan öldürmekten başka hiçbir işe yaramayan bir şeye verecek desteğim yok benim.

Parmak uçlarında ki tıkırtı

biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.

yere sağlam basmayı öğrenememiştin bir türlü.korkak ve çekingendin.bir o kadar da temizdin!
hayat sana her geçen gün yere sağlam basmayı öğretmeye çalışıyordu.
oysa bunu anlamayacak kadar tembel bir öğrenciydin.
acı çekmek alın yazındı sanki.bu dünya’ya acı çekmeye gelmiş sıranı bekliyordun sanki.
a h bu “sankiler” / dilimin ardına sığınak yapmış gibiler bugün.
biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye çalışıyor ve her geçen gün kahrediyorsun hayatına!
attığın her adımın sonrasında / aynanın karşısına geçip / kendi kendine söz veriyorsun yeni baştan ve bir kez daha.
biliyor musun? yere nasıl bastığını görmeyeli uzun zaman oldu!
biliyorum ki / acılar içindesin.bu içimin derinliklerinden gelen en büyük hissiyat dedikleri şey olsa gerek.
şimdi içimin sesini dinliyorum! bir kez daha ve yeni baştan. çığlıklarını duyuyorum.basbas bağırıyorsun.ürkek bir kuş gibi kanat çırpıyorsun.
dün gece seni rüyamda gördüm.acı çekiyordun dememi bekleme.kaderime ve rüyalarıma inanmıyorum!
kendimi avutmak için bir tanrının kollarını açıp beni beklemesine nasıl göz yuma bilirim!
*
biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.
içten içe kanayan bir yaranın kabuk bağlaması / zamanın hangi miladına sığınak yapabilir!
yara bu.bazen hiçbir melhemin gücü “izin” geçmesini sağlamıyor.
iz bu.
ne zaman ona baksan, yaranın adını fısıldar sana.
hayatta ki en büyük beklentilerinden vazgeçe bilecek kadar güçlü kılan neydi seni?
ya da sen hayatında ki her şeyi göze alabilecek kadar güçlü müydün gerçekten! biliyorum.eminim ki halen takıntılarınla yaşamaya mahkum ediyorsun kendini.
canın sıkıldıkça ve paran oldukça cebinde/yaşadığın mekanın duvarlarının rengini değiştirmekle/
çevrende ki insanların yeteneklerine hayran kalıp onlar gibi olmakla/fütursuzca alış veriş yapıp/aldıklarınla ilgilenmemeye devam ediyorsun.

biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.
*
örselenmiş bir şarkıydın sen.
bütün akortlar diyez ve bemolleriyle çatışıyordu.
ortak payda da bileşen hiçbir kanun tasarısı yoktu ortalıkta!
kimliksiz bir mülteci gibi çaresizliğin peşkeşinde ki karakterdin adeta.
koşmayı yeni öğreniyordun.önüne çıkan çukurlardan korkuyordun.
ürkek bir kuş gibiydin..isyan düdüğü-n çoktan çalmıştı.
hayatının yöneticisi olmak adına bir devrim hazırlığın çoktan başlamıştı.
"devrim" ya yok edecekti! ya var edecekti!
Yoktan var etmek adına hiçbir tecrüben yoktu!
sınırların kadar genişti coğrafyan.
atlas okyanusu neredeyse oradaydı.
kabeye sığınan insanlar gibi yalnızlık kokuyordu tenin.
örselenmiş bir şarkıydın!
biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.

adımlarını korkak atmak için gelmemiştin bu dünyaya!
uzun soluklu yürüyüşleri kaldıramayacak kadar güçsüzdün.
giderek büyüyordun oysa.
birileri ya elini uzatacaktı sana, ya da sırtında taşıyacaktı.

-soylu ailelerin çocukları için kullanılan deyimlerin hepsini fazlasıyla hak ettiğini biliyordun.

”tık-tık-tık” adımlarından korkuyordun!
sıradan insanlar gibi olmayı özlediğini biliyordum.
yere düşmeyi, oyun oynamayı, küfretmeyi yaşamadığını biliyordun!

bildiklerinle yüzleşmek konusunda tereddütler yaşıyordun.
birilerinin sana “başarabilirsin” demesine hasret* yaşamaya müebbettin!

..



biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.
sevgiye acıkmıştın.açlığını dindirmen gerekiyordu!
o kocaman ağzın ve dişlerini sevmiyor, sevgiyi hep uzaklarda arıyordun.
s e v g i anlayışın ne kadarda tuhaf işliyordu.
sana sevgiyi yanlış öğrettiklerini/
hatta hiç mi hiç öğretmediklerini anladığında -
yaşının hızla ilerlediğinin farkına varmıştın!
diğer insanların hayatlarını kıskanma çağına yeni girmiştin!
içinde ki etkileşimin haddi hesabı yoktu.
kendini bir anda o adar çok şeye adamak istiyordun ki!
yeni bir gitar, yeni bir kedi, yeni bir arkadaş, yeniye dair ne varsa!
artık gözlerin açılmaya başlamıştı. ”devrimin gerçekleşiyordu!”
kendini frenlemek gibi bir düşüncen yoktu!
ama yinede hiç bir şeyden tat alamadığının farkına vardın.hayatta ne istiyorsan olmalıydı.böyle yetişip, böyle büyümüştün.vitrinde gördüğün bir pabucu eğer beğendiysen, o artık senindi!böyle tatmin olup, huzur buluyordun!




üzerine geliyordu dağ! bir ovanın, bir dere yatağının özlemiyle büyümüştün!
özleyerek büyürken birde baktın ki:
“zamandan arta kalmış bir hayat” -
önünden nede çabuk akıp gitmiş!
yaşadıklarının faturasını ödeyecek olanın sen olduğunu anladığındaysa:
hayatın da ki “keş kelerle”
“neden ve nasıllarla”
savaşın ortasına “niçin” bırakıldığını,
kimin suçlu olduğunu,
acıyı
gördün!

bir robot gibi yaşadığını anladın!
acılar içindeydin. sürekli mide sancıları çekiyordun.
iç dünyan yıkımdaydı!
seni bu hayata sürükleyen-leri “ne kadar” sevdiğini sordun kendine!
sana verilen sevgiye değer biçme zamanıydı*
fazla seçeneğin yoktu.bunu da çok iyi biliyordun

gitmek!
gitmeyi seçtin.
alıp başını “dağın öte ki yüzüne”
Ovalara, derelere, gitmeyi seçtin!

biliyorum, suç senin değildi!
sen yine, bildiğin kadarsın!
parmak uçlarına basarak, yürümeye devam ediyorsun!

*

‘ sevgiyi ‘ -bulduğuna inandığında-
“aşkın” yokluğuyla kavrulduğunu fark ettin!

Şimdi sığınma vakti!
—gidecek yolun
gidecek yerlerin peşi ardına.. yola düşme vakti.

ve vakti geldiğinde, özgürlüğe kavuşur her kuş.
kafesinde yaşamaya alışmıştır.oysa her yer kafestir artık.

bülbüller öter. dere akar.
buram buram özgürlük kokar dört bir yanın. bir inci tanesidir yüreğin.
zora, zorbaya gelmez kimliğin.

bilmiyordun!

özgürlüğe kanat çırpmanın bedelini bilmiyordun! dününle, bugününle yüzleşmekten kaçıyordun.
bütün yenilgilerinde “gitmekten” yana olan yolu seçiyordun.
kafesin bir tek sıcaklığını özlüyordun. yemin, suyun ve çırpınma vaktinden geriye
bir tek:
adın yaşıyordu..
*
bekleyiş.!

dört tele, dört duvara sığmayan bir bekleyiş başlamıştı..bir kanadın yaralıydı! gök yüzünün bir parçası senindi.
göçmen kuşları gibi alıp başını gitmeyi seçmiştin!. bir kaçıştı bu.
isyan düdüğünün sesiydi.. aşkın sesini tanıdıkça yıpranıyordun.. bir pabuca sahip olmanın ne kadar kolay olduğunu anladıkça yıkıma uğruyordun. birinin kalbini fethetmenin ne kadar büyük bir işgal olduğunu anladın.o an yıkımın ne demek olduğunu anladın!
anladın.

geriye tek bir seçeneğin kalıyordu.
gitmek!
hayatına kaldığın yerden devam etmek.
geçmişini yok sayarak!
yaşadıklarını, anılarını yok ederek gitmek!
biliyordun. geçmişinin senin yakanı bırakmayacağını! en güçlü, en onurlu rolü oynamayı seçmiştin. iç yıkımın, ani nöbetler halinde gerçekleşiyordu. sense bunu görmezlikten geliyordun!
her seferinde gülmek için zorluyordun kendini. başkalarını inandırıyordun belki! ya kendini? uzun vadeli düşlere dalıyordun her sabah. hayallerinin ardına sığınıp, düzmece planlar yapıyordun!
bir yanın eksikti. eksikliğin kadar da kalabalıktın!
biliyordun..
en büyük hastalığını yumağa sarıyordun. kan kaybediyordun. hiçbir mehlem yaranı iğlileştirmiyordu.
iz bu.
unutmayı denemen faydasız.
güçsüzdün. gücün yerine geldiğinde her şey yoluna girecekti.

… şimdi bu yıkımın enkazında kaldı düşlerin..
düşlerin giderek büyüdü, sen büyüdün

biliyorum.. sen yine..

"PARMAK UÇLARINDA Kİ TIKIRTI"

Read more...

17 Haz 2009

masum aşk


siz aşkı teninizden süzülen
terde arayanlarsınız masum
aşk buradan çok uzaklarda
çamurdan saraylarınızın lekeli
duvarlarına eflatun ay yansımaz
kadehinizi kargalar yudumlamış
kaderinizse yapışkan sülüklere karışık
masum aşk buradan uzaklarda
halbuki kurtulsanız teninizden
hücrelerinize dolar aşk damarlarınızdan
taşar nil’e karışır istemez
misiniz kuru gözleriniz ıslansın
kaybettiğiniz aşk buradan çok uzaklarda

(fotoğraf: http://img.izlesene.com/data/videoshots/397/397857-11.jpg )

Read more...

16 Haz 2009

Losers Keep Hope To Us

(Bir önceki yazının Türkçe'sidir.)

Bazı insanlar karanlık bir ruhla doğarlar. Sanatsal yetenek bazen bir lanettir, ya da kendi lanetleriyle birlikte ortaya çıkar. Batıdan birçok hikaye duyduk; Janis Joplin, Kurt Cobain, Jim Morrison vs. Doğuda(doğu avrupa kastediliyor), Ryszard Riedel bir rock yıldızı olarak doğdu, bir blues efsanesi, ve bir uyuşturucu bağımlısı olarak düştü.Bununla birlikte, Czeslaw Niemen daha önceki bir rock efsanesi ve çağının öncülerindendi. onlara 'kaybedenler' dendi. Değerleri ya da saygıları yok sanıldı. Bu büyük bir hataydı. Onlar bu hayatı bir düşle yaşadılar. Kaybedenlerin bile devam etmek için bir düşleri vardır.

İlk önce Ryszard Riedel'den bahsetmek istiyorum. 7 eylül 1956'da Chorzów'da doğdu. İyi bir eğitim almadı. Babası hükümet için çalışırdı. R.R.'in bir oğlu ve bir kızı vardı. Uyuşturucu sorunu yaşıyordu, 'hoşaf' dedikleri bir Polonya eroini kullandı. Bu ölümüne neden oldu. Buna rağmen, insanlar ona her zaman saygı gösterdiler. Uyuşturucu kullanımına bağlı kalp yetmezliğinden 30 Temmuz 1994'te öldü ve 3 Ağustos'ta Wartogłowiec, Tychyon'da gömüldü.

Dżem grubunun vokalistiydi. Gruba 1973 aralığında katıldı. Riedel yenenekli bir müzisyendi ve Polonya'nın en iyi vokallerinden biriydi.Şarkı yazarı ve bestekardı. Şarkıları ağırlıklı olarak kendi hayatı üzerineydi. Ayrıca ülkesinin en karizmatik şarkıcılarındandı. Ryśkiem Skibińskim, Leszkiem Winderem , Józefem Skrzekiem , Nocną Zmianą Bluesa itp. Riga Skibińskim, L. Winder, Joseph Skrzekiem, Nocna Zmiana Bluesa gibi pek çok iyi müzisyenle çalıştı.

Birçok kayıdı bulunmaktadır:

•1983 Krzak'i; LP band Krzak, Tonpress
•1985 Dżem; MC band Dżem, Karolina
•1985 Cegła; LP band Dżem, Polskie Nagrania Muza
•1985 Blues forever ; LP Leszka Windera, Polskie Nagrania Muza
•1986 Absolutely Live; LP band Dżem, PolJazz
•1987 Zemsta nietoperzy; LP band Dżem, Pronit
•1988 Lunatycy - LP band Dżem, Polskie Nagrania Muza
•1988 Ryszard Skibiński - Ostatni koncert; LP Ryszarda Skibińskiego, Polskie Nagrania Muza
•1988 Józef Skrzek - Live; LP Józefa Skrzeka, Polskie Nagrania Muza
•1989 Urodziny; MC band Dżem
•1989 Najemnik; LP band Dżem
•1990 Dżem Session 1 MC band Dżem
•1991 Detox; MC and LP band Dżem
•1991 Detox; CD band Dżem
•1992 The Singles; CD band Dżem
•1992 Dzień, w którym pękło niebo; LP band Dżem
•1992 Wehikuł czasu - Spodek '92; 2CD band Dżem
•1993 14 urodziny; MC band Dżem
•1993 Autsajder; CD band Dżem
•1994 Akustycznie; CD band Dżem
•1994 Akustycznie - suplement; CD band Dżem
•2004 Złoty Paw; CD band Dżem
•2007 Gwiazdy polskiej muzyki lat 80.; CD band Dżem
•2007 Gwiazdy polskiej muzyki lat 80. - vol. 2; CD band Dżem

2005 yılında Riedel'in hayatı Jan Kidawa-Blonski tarafından filme aktarıldı, 'Skazany Na Bluesa'(Blues'a/Hüzne Adanmış).

Riedel'in yanı sıra, Czesław Niemen bir başka önemli Polonyalı rock şarkıcısıdır. 16 şubat 1939'da Stare Wasiliszki'de doğdu ve 17 ocak 2004'te öldü. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra doğduğu şehir Sovyet sınırları içinde kalmıştı. 50'lerde Polonya'ya taşınmasına izin verildi. Doğduğu şehirden geçen nehrin adı olan Niemen'i mahlas olarak kullandı.Çok geniş bir ses aralığına sahipti. Polonya'da uzun saçlı ve renkli kıyafetler giyen ilk şarkıcıydı. Bu durumu devleti kızdırmıştır.

İlk üç albümünü 'Akwarele' adındaki grubuyla birlikte kaydetmiştir. Daha sonraki albümlerini yeni gruplarıyla kaydetmiştir; 'Enigmatic', 'Grupa Nieme' ve 'Aerolit'. 1969'a kadar rock ve soul tarzında müzik yapan Niemen, 'Enigmatic' albümünde progressive rock'a kaymıştır. En ünlü şarkısı 'Dziwny Jest Ten świat’ (Strange Is The World)tır. Bu şarkısı 1970'lerde İngilizce olarak da kaydedildi. 1974'te Jan Hammer ve Mahavishnu Orkestrası'ndan Rick Laird'le birlikte 'Mourner's Rhapsody'yi kaydetmiştir. 1970'lerde 'Katharsis' albümüyle tarzını tekrar jazz-rock fussion ve elektronik müzik olarak değiştirmiştir.

Diskografisi:
•1967 Dziwny jest ten świat ("Strange Is This World")
•1968 Sukces ("Success")
•1969 Czy mnie jeszcze pamiętasz? ("Do You Still Remember Me?")
•1970 Enigmatic
•1971 Człowiek jam niewdzięczny - aka "Czerwony Album" ("Ungrateful Human I Am" aka "Red Album")
•1972 Strange Is This World (English lyrics, released in West Germany)
•1973 Ode to Venus (English lyrics, released in West Germany)
•1973 Niemen Vol. 1 and Niemen Vol. 2 - aka "Marionetki" ("Puppets")
•1973 Russische Lieder ("Russian Songs", Russian lyrics, released in West Germany)
•1974 Mourner's Rhapsody (English lyrics, released in West Germany, UK and USA)
•1975 Niemen Aerolit
•1976 Katharsis
•1978 Idée fixe
•1980 Postscriptum
•1982 Przeprowadzka ("Moving")
•1989 Terra deflorata
•1991 Terra deflorata (extended version)
•1993 Mouner's Rhapsody (extended version) (USA)
•1997 Moja i twoja nadzieja'97 ("Your and My Hope")
•2001 spodchmurykapelusza ("fromunderthecloudofahat")

Bu yazıyı yazarken tekrar öğrendim ki müzik barış, hayat ve kaosun yoludur. Ne kadar karanlık yaşadığınız önemli değildir. önemli olan ne kadar umudunuzun olduğu ve bunun ne kadarını insanlara aktarabildiğinizdir.

Read more...

Losers Keep Hope To Us

(Aşağıda okuyacağınız ödevimdir. en yakın zamanda Türkçe'ye çevirisini de yayınlayacağım. Şimdiden sizlerle paylaşmak istedim.)


Some people are born with a dark soul. Artistic talent is sometime a curse or can be revealed by another curse. We heard many stories from the West such the one of Janis Joplin, Kurt Cobain, Jim Morrison and so on. In the East, Rszard Riedel rised as a rock star, a legend of blues and felt down as a junkie. Besides, Czesław Niemen was an earlier legend of rock and a pioneer in his era. They were called `losers’. It was thought that they had no value nor respect. It was a big mistake. They lived that life with a dream. I can say that even losers have a dream to keep going on.

Firstly, I want to talk about Ryszard Riedel. He was born on September 7th 1956 in Chorzów. He hasn’t recieve a good education and his father worked for government. R. R. had a son and a daughter. He suffered from drug abuse, especially Polish heroin that is called ‘compote’. This was the reason of his death. Nevertheless, people paid respect to him. He died by cardiac insufficiency related to his drug abuses. He died on July 30th 1994 and was sunk into grave in Wartogłowiec, Tychyon August 3rd.

He was the vocal of Dżem. He attended the band in December 1973. Riedel was a talented person. He was one the best vocals in Poland. He wrote and composed songs. His lyrics were usually inspired by his own life. He was also one of the most charismatic vocals of his country. He worked with many good musicians such as Ryśkiem Skibińskim, Leszkiem Winderem , Józefem Skrzekiem , Nocną Zmianą Bluesa itp. Riga Skibińskim, L. Winder, Joseph Skrzekiem, Nocna Zmiana Bluesa etc.



He had many records:

•1983 Krzak'i; LP band Krzak, Tonpress
•1985 Dżem; MC band Dżem, Karolina
•1985 Cegła; LP band Dżem, Polskie Nagrania Muza
•1985 Blues forever ; LP Leszka Windera, Polskie Nagrania Muza
•1986 Absolutely Live; LP band Dżem, PolJazz
•1987 Zemsta nietoperzy; LP band Dżem, Pronit
•1988 Lunatycy - LP band Dżem, Polskie Nagrania Muza
•1988 Ryszard Skibiński - Ostatni koncert; LP Ryszarda Skibińskiego, Polskie Nagrania Muza
•1988 Józef Skrzek - Live; LP Józefa Skrzeka, Polskie Nagrania Muza
•1989 Urodziny; MC band Dżem
•1989 Najemnik; LP band Dżem
•1990 Dżem Session 1 MC band Dżem
•1991 Detox; MC and LP band Dżem
•1991 Detox; CD band Dżem
•1992 The Singles; CD band Dżem
•1992 Dzień, w którym pękło niebo; LP band Dżem
•1992 Wehikuł czasu - Spodek '92; 2CD band Dżem
•1993 14 urodziny; MC band Dżem
•1993 Autsajder; CD band Dżem
•1994 Akustycznie; CD band Dżem
•1994 Akustycznie - suplement; CD band Dżem
•2004 Złoty Paw; CD band Dżem
•2007 Gwiazdy polskiej muzyki lat 80.; CD band Dżem
•2007 Gwiazdy polskiej muzyki lat 80. - vol. 2; CD band Dżem

His life story was screened in the Polish movie ‘Destined For blues (Skazany na bluesa) which was directed by Jan Kidawa-Blonski in 2005. Here is one of his songs translated into english:



LIST DO M {Letter to M}

Mom I am writing to you a poem
Maybe the last, certainly the first
It is a deep, dark night
I sit in bed and she's sleeping next to me
And she's breathing quietly
There's some music coming to me
No, it's just noise in my head
Sitting, tone in tears
Because I am sad, for I am alone
Fear is stifling in me

Loneliness is such a terrible fear
It embraces me, it passes me
You see, Mom, I figured out myself
That there is no God, no, no
There is no God, no
My house is only quiet
Where you are, and I'm not there
Where I come back, I think not
Mom, I love you very much, I love you

I thought you hurt me
And I hurt you
Unfortunately, I realized it so late
So late; that I understood...
I understood it

Besides, Czesław Niemen is an another importand musician in Polish rock music. He was born on February 16th 1939 in Stare Wasiliszki in Grodno Province and died on January 17th 2004. After the World War II it became a part of Byelorussian SSR and in the 1950s he was allowed to move to Poland.

He had a very wide voice range and a rich intonation. He used the pseudonym Niemen instead of his real name focusing on his homeland. He was the first singer who had long hair, colourful clothes and introducing the psychedelic style, which annoyed the communist officials.

His first three albums were recorded with his band ‘Akwarele’ (Watercolours). Afterwards, he recorded with his other new bands; ‘Enigmatic’, ‘Grupa Nieme’ and ‘Aerolit’. He was singing rock and soul music, and after 1969, he changed his musical style to progressive rock as recording the album ‘Enigmatic’. His most famous song is ‘Dziwny Jest Ten świat’ (Strange Is The World). Also, he recorded that song in English in the early 1970s. In 1974 he recorded Mourner's Rhapsody with Jan Hammer and Rick Laird from Mahavishnu Orchestra. In the 1970s, he change his musical style again to jazz-rock fusion and electronic music as the album Katharsis.



His discography:

•1967 Dziwny jest ten świat ("Strange Is This World")
•1968 Sukces ("Success")
•1969 Czy mnie jeszcze pamiętasz? ("Do You Still Remember Me?")
•1970 Enigmatic
•1971 Człowiek jam niewdzięczny - aka "Czerwony Album" ("Ungrateful Human I Am" aka "Red Album")
•1972 Strange Is This World (English lyrics, released in West Germany)
•1973 Ode to Venus (English lyrics, released in West Germany)
•1973 Niemen Vol. 1 and Niemen Vol. 2 - aka "Marionetki" ("Puppets")
•1973 Russische Lieder ("Russian Songs", Russian lyrics, released in West Germany)
•1974 Mourner's Rhapsody (English lyrics, released in West Germany, UK and USA)
•1975 Niemen Aerolit
•1976 Katharsis
•1978 Idée fixe
•1980 Postscriptum
•1982 Przeprowadzka ("Moving")
•1989 Terra deflorata
•1991 Terra deflorata (extended version)
•1993 Mouner's Rhapsody (extended version) (USA)
•1997 Moja i twoja nadzieja'97 ("Your and My Hope")
•2001 spodchmurykapelusza ("fromunderthecloudofahat")



STRANGE IS THE WORLD

This is a strange world,
Where yet still
Is a lot of evil.
I wonder is
That since so many years
Man despises a man.

This strange world,
World of human affairs,
Sometimes ashamed to admit.
But often,
That someone has a bad word
Killed as a knife.

But people of good will is more
And firmly believe in it,
That this world
Do not die with him.
No! No! No!
He has time,
It is time
Destroy the hatred of each other.

But people of good will is more
And firmly believe in it,
That this world
Do not die with him.
No! No! No!
Now it is time,
It is time
Destroy the hatred of each other.


During this assingment, I learnt about good musicians and that music is the way of peace, life and chaos. It doesn’t matter that how dark you live is, the point is how hopeful you are and how much hope you do give back to people.

Read more...

8 Haz 2009

sel düşü


öğüdümü selden alıyorum bundan böyle
bilişsiz bir saydamlıkta
taşı çağırıyorum kum taneciklerinde

yaşlılık
ne yorgunluktur şimdi göğün kıyısında
söz bitimi bir eğlencenin düşüyle
elini aya uzatmak
ölgün suda yansıyanı yakalamak
ahmaklıktır hayata karşı umut dağıtmak

bozgun ellerimde tuttuğum iştahsız toprak
bir hışımla yutardı beni de
örtmeseydi alnını biçarelik
yutardı beni hışmını yitirmeseydi keşke
yadsımıyorum yine de geceyle karışan yaşamı
yerin dibine batan güneşi

malmö 2006

Read more...

5 Haz 2009

kısa cümleler


geceler öyle aciz ki uykudan. uyuyamıyorum. günler bitmiyor, geceler geçmiyor. bir parça uyku düşse gözüme, başımı yastığa koyduğumda siliniyor. her gün birbirinin aynı. buralarda hayat durağan. insanlar ya daha iyiler, ya da beter. çok sıkılıyorum, çok yalnızım. yine de durmadan ilerliyorum. susup sabrediyorum. yarın yeni bir gün, yarın yeni bir umut. elimde hiç birşey yokken nasıl bu kadar iyimser olabildiğimi sormayın. belki bu biteviye durgunluk sürecinde biriktirdiklerim güç verecek yarın. hiçlik ilk defa umut veriyor, hiçlik ilk defa karanlık değil. bugün karamsarım, yarın iyimser olacağım. ardımda karanlıklar bırakıp ışığa yürüyorum. ışığı buluyorum ve ışığa gömülüyorum. gömüyor ışık utanmaz elleriyle her yerimi. soluyorum hüzmelerini demet demet. geleceğin bir tasviri olsa gerek bu. saat 4'te havanın aydınlanması doğal değil. gecenin bu kadar kısa sürmesi haksızlık. uyumak istiyorum hava karanlıkken bir kere olsun. sabretmeyi öğrendim, uslu durmayı da. ama uyku tutmuyor, uyku peşimi bırakmış. günü yakalamak ne mümkün. bu zaman geçsin, başka bir devir olsun tarih. bir ay geçsin, sonra 4 gün. yeni çağ, yepyeniyim. pürüzlerimi silmişim, 'kül zırhımı soyunmuşum kıvılcım tutkusuyla şavkıyan.' onlar gibi değilim, aptal bir idealistim. bir amacım yok, sadece hissettiğim gibi yaşıyorum. yarın yeni bir başlangıç olacak. orada bekliyor olacağım ben de. sonra adım adım yeni bir ben doğacak, sonsuz bir bekleyişle muhtaç olduğum duyguları anacağım. kaos'umun son aşamasındayım. ilk aşaması iki insan etti. sonra herşey bulanıktı. birbirine girdi zıt olanlar.. derken duruluverdi. dingin, sakin, beklentisiz. kaos doğuruyor şimdi. gece ışık doğuruyor. yepyeni bir gelecek eskisini utandırıyor.

Read more...

30 May 2009

Aşka ve Doğaya İnanan İnsanların Coğrafyası: Mosuo



Psikanalize göre savaş erilliğin ürünüdür, dişillikse dansla dışavurulur. Bugüne kadar en büyük feminist, kadıncı topluluk olarak amazonları öğrendik. Savaşçı kadın kabilesi, öyle ki ok atmak için göğüslerinin birinden vazgeçerlermiş. Ataerkil toplumun oluşturduğu kahraman kadın figürü bu. Peki ya kadının gerçek anlamda odak noktasını teşkil ettiği bir ütopya canlandırmak istesek nasıl bir toplum çıkar ortaya?

Çin'in güneybatısına gidelim. Dağların arasında, dış dünyadan yalıtılmış topraklara, Mosuolular denen bir topluluğun vatanına. Bu alabildiğine gerçek; bir ütopya değil, masal değil, film değil. Arjantinli gazeteci-doktor Ricardo Coler'in kitabıyla gazetelerimize konu olmuş bir azınlık bölgesi. Hep "Acaba nasıl olur?" diye merakla kafa patlattığım bir konuda iştah kabartan bir gerçek. İleride görülecek yerler listesine eklenen bir coğrafya.

Mosuolular, Naxi diye anılan bir etnik gruba dahil bir toplum. Dünya her anlamda ataerkilliğin dibine vururken onlar bir şekilde anaerkil düzende kalmış bir azınlık. Hatta soyları korunsun diye, Çin'de aile başına ikiden fazla kız çocuğuna sahip olma hakkına sahip olabilen tek topluluk. Genel olarak baktığımızda bir Orta Asya kültürü aslında, yalnızca anaerkil.

Ailenin reisi ve onuru en yaşlı kadınıdır. Önemli kararları o verir ve 10 ile 20 kişiden oluşan ailede herkesin saygısını hakeder. Bilge kadın figürünü her zaman sevmişimdir. İktidar tutkusundan çok aşka inanırlar diye düşündüğümden belki de. Mosuolu kadınların önem verdiği de bu. Ailelerinin mutluluğu onlar için paradan daha önemli.

Ataerkil medeniyeti baz alırsak eğer, Mosuoluları ilkel bir kabile olarak addedebiliriz. Toplayıcılıktan sonra dengesi değişen kadın-erkek rolleri burada pek etkilenmemiş. Bunun başlıca sebebini fiziksel olarak dışarıdan yalıtılmış bir coğrafyada yaşamaları olarak sayabiliriz belki de. Daha sonra inanç sistemlerine bakarak hayata bakışlarını daha net bir düzleme oturtabiliriz.

Şamanizm ve budizmin karışımı, doğacı bir dinleri var Mosuoluların. Doğa hemen her kültürdeki gibi dişi. Gemu(kutsal saydıkları dağ) adındaki aşk tanrıçası ve Shinami olarak kişileştirdikleri tabiat ana en yaygın olarak inanılan tanrıçaları. Yani aşka ve doğaya inanan insanların ülkesi Mosuo. Daha şiddetin bile nadir raslandığı, savaşın olmadığı bir dünya görüşü. Kadınlar en az zararla ve ılımlı bir yaklaşımla çözüyorlar sorunları. Bir açıkhava kültür müzesi gibi canlanıyor gözlerimde burası. İçinde yaşadığımız kirli kültürden sakınılması gerektiğine inanıyorum.

İlgimizi en çok çeken konulardan biri olan sekse gelelim şimdi de. Öyle ya, bunca aşka inanan bir toplumda seks hayatı nasıl yaşanıyordur. Tahmin etmesi zor değil ki eşini seçen taraf kadın. Evlilikler üçe ayrılıyor. 'Ziyaret evlilikleri' dedikleri ve bizim gözlerimizi faltaşı gibi açan ilk kategori şöyle oluyor: Kadın istiyorsa eğer, gece yatarken eşi için kapısını açık bırakıyor. Ne yaparlarsa yapsınlar sabah olmadan adamın evden çıkıp gitmesi gerekiyor. Mosuolu kadınlar 15 yaşlarına geldiklerinde eşlerini ağırlayabilecekleri bir odaya sahip oluyorlar ki ilişkiye girmelerine izin verilen yaş da 15. İkincisi ise basitçe, birlikte yaşama yöntemi. Erkek kadının yanına taşınıyor. Eğer aralarındaki aşk biterse erkek annesinin evine geri dönüyor(?). İlişkiler aşk biterse son buluyor ancak. Bu tür evliliklerde resmiyet aranmıyor. Yani kadının erkeği kabul etmesi ve iki tarafın da mutlu olması yeterli görülüyor. Son olarak tekeşliliği sayabiliyoruz. Bu da daha çok şehirlerde ya da diğer etnik gruplarla birlikte yaşanılan köylerde görülüyor.

İşin eğlence kısmı bittikten sonra sorumluluklar başlıyor. Bu ilişkilerden doğan çocuklar ne oluyorlar peki? Kan bağı Mosuoluların önem verdiği konulardan biri. Ancak baba figürü önemsenmeyen bir rol. Çocuk annenin ailesinde kalıyor. Kız çocuklarını doğrudan anne yetiştirirken erkek çocuklarından dayıları sorumlu oluyor. İşin abartılı kısmı, baba çocuklarını 'ergenlik töreni' diyebileceğimiz bir törene kadar göremiyor. Bu tören de çocuk 13 yaşına bastığı zaman yapılıyor. Yani baba oluyorsunuz ve çocuğunuz 13 yaşına bastığında "Merhaba yavrum, ben senin babanım." diye tanışıyorsunuz onunla. En haksız durum bu olsa gerek Mosuo geleneklerinde.

Kişisel olarak beni çok heyecanlandıran bir haberdi bu. 'Anaerkil kalsaydık farklı olur muydu?' sorusunu teorilere gerek bırakmadan açıklayan bir örnek. Cevapsa 'Pek farklı olmazdı.' oluyor. Yaşadığımız yüzyılda ideal olan toplum düzeni kadının ve erkeğin her anlamda eşit olmasına dayanıyor artık. Kadının yaptığı bir işi erkeğin, erkeğin yaptığı bir işi de kadının yapabileceği bir zamanda yaşıyoruz. Kas gücü üstünlük sağlayan bir ayrıcalık unsuru olmaktan çıktı. Biz de artık dengeyi sağlamayı öğrenirsek gelecek bizleri bekliyor..


(bu yazı 30.05.2009 tarihinde www.serbestyazarlar.com adresinde yayımlanmıştır.)

Read more...

28 May 2009

velev ki boş laf bunlar




"öfkeyle kalkan zararla oturur." demiş ya eskiler; öfkeyle kalktım ve otururken öfkem o kadar büyüdü, o kadar yayıldı ki birçok kişi de benimle birlikte zararla oturdu. kabahat benim ama. öyle keskin ifadelerle bunca hassas bir konuya yaklaşılmaz, ki yıllardır bu ifadelerden beslenip palazlanan bir zihniyet var karşımda. dini, milliyeti hiç mühim değil bu bağlamda.

düşüncelerimden çok hissettiklerimi en toy halimle dökmüşüm klavyeme. ve ifadeleri o kadar ortada bırakmışım ki isteyen istediği demogojiyi yapmış üzerinden. çünkü at gözlüğüyle bakanlar dünyaya tablonun tümünü göremezler. dar alanlarındaki detaylarla ilgilenirler ancak.

ya çemberin içinde olacaksın ya da dışında. bu ülkede illa ki sürüye dahil olmalısın. zira sürüden ayrılanın başına türlü işler gelir. batının oyunlarından dem vuracaksın, diğer taraftan da oyuncak olacaksın ellerinde. böyle yürüyor işler. bir görüşü kötülüyorsan mutlaka ki zıttı görüşü destekliyorsundur. padişahın ağzından çıkan ferman, peygamberin ağzından çıkan hadistir. kendimizi de aşağı görecek değiliz ya, laf ediyorsak buyruğumuz olsun.

ibret-i alem olmadıkça susturamazsın düşünceyi. olunca da susturamazsın ama sesi duyulmaz fazla. bu yüzden hedef göstermek gerekir birilerini. bunun yolu da basit: o at gözlüğü çalıştırılıp cümleler itinayla ayıklanır. iyi niyet yahut açıklama içeren cümleler es geçilir ve "vay anam yandım!" tonlamalı bir ses tonunda saldırıya geçilir. geçmişte ne kadar zıt görüşlerde olduğunu belirtirsen şu an bulunduğun yere ne kadar düşünerek geldiğini vurgulamış olduğunu sanıp uzun uzadıya çelişkili hayatından bahsedersin. "eskiden uçardım ama sonradan bacaklarımı kullanmaya başlayınca ayaklarım yere basmaya başladı." benzeri cümleleri sıralamalısın. halbuki beşerin sınırlarını zorlamamalısındır. nereye ait olduğunu bulamadıysan bir yere ait olmama gibi bir seçimle tekbaşına yürüyebilmelisindir.

kimseye saldırmak istemiyorum ve kimseyi hedef de göstermeyeceğim. sadece düşüncelerim dünya düzeni kurmaya yönelik değildir. pratikte nasıl davrandığım teoride bahsedeceğim insan haklarından daha önemlidir diye düşünüyorum. bunun da bir önemi yok tabi. sizin ne algıladığınıza bakar.

fotoğraf : http://www.bendib.com/newones/2007/october/small/10-12-Hang-Together.jpg

Read more...

25 May 2009

bizim lenin ve yeni blog

bizim lenin'in içi boşaldı. artık tam takır ve kuru bakır göbek adı. bir daha ne zaman kapağını açtığımda ışığı kesen doluluğa kavuşacak, ne zaman dikkatle çekeceğim o kapağı bilmiyorum. oturduk birbirimize bakıyoruz lenin'le. tanışıklığımız maziye dayanmasa da iyi anlaşıyorduk; içiyorduk birlikte, doyuyorduk. şimdi bizim lenin yıkılan bir rejim gibi çöktü.

bir de blogumu yeniledim. onu göstereyim dedim =)

Read more...

22 May 2009

bir kıymeti yok artık




bir kıymeti yok artık

bir kıymeti yok artık bana baktığında parlayan gözlerinin
yorgun anlarında ve bitmeyen gecelerinde
adımı anmanın kutsal bir ayet gibi
ellerimi saçlarınla ovduğum günlerin
dudaklarımı teninle bilememin ne anlamı kaldı
son erkek değilsem kapından çıkan
telefonundaki ses başkasınınsa
aşk dendiğinde sen gelmiyorsan aklıma
bir kıymeti yok artık
en çok beni sevmiş olmanın

Read more...

19 May 2009

Melek kadın..güle güle..



bir babaannem vardı. çocukluğum yanında geçti. iyisiyle kötüsüyle şu yaşıma babaannemli anılarla geldim. çok zaman nefret ettim. ama yaşlı dedik, 100 yaşında vardı belki. kocasını 22 yıl önce gömmüştü. ne kızlar, ne oğullar, ne kardeşler gömmüş. sülalenin en yaşlısıydı. beni çok severdi aslında. en kıymet bilir torunu bendim. yemeğin en güzel yerini bana ayırırdı hep. küçükken anne dermişim ona, anneme de emine. büyüdüm melek kadın dedim. adı melekti, kendi cin gibiydi. =) çok oynaşırdık babaannemle. mıncıklardım, pörsümüş memelerini ellerdim. yaşına bakmayın taş gibi kadındı, uzun boylu, filinta gibi. iyi bakardı kendine. akşam yemeği yerine süt ve bisküvi yerdi. lolita derdim gülerdik hepberaber. anneannemle babaannemi ziyarete giderken 'bizim kızları görmeye gidiyorum.' der(d)im.

çok konuşurdu babaannem. işine gelmeyeni duymazdı genelde. kapıyı açtı mı onu unuttum diye söylenmeye başlar, sonra da hal hatır sorup dedikodulara geçerdi. mahallenin ve özellikle apartmanın muhtarı gibiydi. bütün gün pencerenin önüne gider gelir yoldan geçenleri izlerdi. eşin dostun ölümü, düğünü oldu mu gitmese olmazdı. gezmeyi çok severdi. 'gitmek lazım, gelmedi derler. olur mu hiç öyle' diye başımızın etini yerdi. 'yaşlı kadınsın, otur' diyeni kim duyar..bir de ölene kadar çetik ördü. sahi öldü mü babaannem 4 saat önce? öyle dedi ablam msn'de.

iki gün önce kamerada gördüm onu. sesi, rengi gitmişti. tanıyamadım desem yeridir. doğruldu, ben olduğumu söylediklerinde beni duymadan konuştu, helalleştik. hakkını helal et dedi ya, ne hakkım geçti diye güldüm ben de. sonra dik duramadı, yığıldı yatağa. belli dedim, eyvah gidici bizim kadın. gitti..

bir yakını ölünce insanın onunla ilgili güzel anıları geliyor aklına. çok akrabam ölmüştü ama hiçbirinde ağlamamıştım. babaannem ölmeyecek sanırdım, o da ölürmüş..

Read more...

18 May 2009

cenaze namazımı kılanı..

şaşkınlıktan ve sinirden ne yazacağımı bilemiyorum. bir kadın ölüyor ve bütün 'islam alemi' ayaklanıp cadı avına çıkar gibi onu ve onun gibi düşünenleri lanetliyor. hatta yaşam hakkına saldırıp 'allah'larına yakarıp onun gibi düşünen herkesin ölümünü diliyor. 'çağdaş' olmayı kötüleyip çağdaşlığın bütün nimetlerinden yararlanıyorlar. bu insanlar mevlana'dan alıntılar yapıyorlar. türbansız kadınları, ateistleri, eşcinselleri, deistleri ve benzerlerini lanetliyorlar. lanetlemek nedir, ölsünler istiyorlar. ironinin 'allahı' bunlar. mevlana'dan alıntı yaparak nasıl lanetlersin eşcinselleri bre kuşbeyinli. kör insanların başka duyuları gelişirmiş, bu dinle gözü kör olmuş insanların hangi duyuları gelişmiş bilemedim. insanlık desen yok, saygı desen yok, ha tutku dersen tutkuyla sarılmışlar dine. bunlar insanlık tarihinden bihaberler. hiç mi okula gitmemişler, hiç mi orta çağ, rönesans, reform okumamışlar. boktan dinlerini yüceltip dünyadışı saymak ne demektir? hepsi aynı allah'tan gelmemiş miydi?

türkiye gitgide korkutucu bir hal alıyor. korkuyorum, bunun başka açıklaması yok. ya kemalistlerin ezici bakışlarındasın ya da müslümanların pis bakışlarında. bunca fanatik olan herkese gaz odaları yapılsın. hitler birkaç yıllığına geri dönsün dünyaya be tanrı. ha? hadi be? dini ve milliyetleri yeryüzünden temizlemedikçe barış gelmeyecek. bunun kansız bir yolu olsa da uygulansa. hala çocuklarımızın kimlik kartlarına doğar doğmaz 'dini : islam' etiketi yapıştırılıyor. sonra öldüğü zaman cenaze namazı kılınmasın diye ayaklanıyor herkes. kimliğimde din hanesinin olması insanlık suçudur. öldüğümde cenaze namazımı kılan olursa dirilir domalınca arkadan saldırırım. müslüman rolü yapmaktan da heteroseksüel rolü yapmaktan da yeter geldi.

dünya için dileğim dinlerin ve milliyetlerin ortadan kalkması. başka türlü rahat yok insanlığa. cenaze namazımı da kılanı s.kerim unutmayın!

Read more...

17 May 2009

anlamını yitirmiş yazı - umursuyorum, öyleyse umarsızım


bugünlerde anlam veremediğim bir duygu yoğunluğu içerisindeyim. zaten farkındaysanız pek birşeye anlam veremiyorum son zamanlarda. bunalımdayım sanıyordum 'yine', ama yok bunalım hali bu hal değil, tam olarak. o kadar da 'drama queen' bir karakter değilim zaten. manikdepresif biraz daha iyi oturuyor üstümde. hatlarımı da belli ediyor, kaslarımı da =) velhasıl kelam, iyiye çek-ebil-sem iyi, kötüye çek-ebil-sem kötü olacağım, ortadayım. günlerdir yön veremediğim bir duygu denizinde kulaç atıyorum. boynumu büksem boynum ağrıyor, başımı kaldırsam güneş gözümü yakıyor.

yazayım en iyisi. anlamı, amacı kaldırıp sandığa yazayım. burası özel alanım, blogum. 'ne saçmalıyorsun' diyemez kimse, gülerim. =) çok da sık saçmalamıyorum zaten. yazayım diyordum. yazmak nasıl da rahatlatıcı bir eylemdir öyle. ağlamam, gülmem yazarım. ohh dünya varmış. içimde ne varsa kusarım, dökerim, biter. burada öyle hüzün rüzgarları estiririm belki bazı zaman, gelin görün ki anlamsız bir tebessüm gelip yapışır yüzüme bilmeden. eh yay olmanın zorlukları işte. tutturamıyorsun bir yerde.

sonracığıma biraz da sağa sola sataşayım. patavatsızlık mı yoksa dobralık mı bilemedim ama hiç çekinmedim lafımı. ben çekindiysem de laf bi türlü geri çekmedi kendini şu dilden. lisedeki edebiyat hocam boşuna dememiş başıma ne gelecekse şu dilimden gelecek diye. ah ne de gıcık adamdı, kızları kollayıp erkeklere ifrit tipten olanlardandı. sıra arkadaşımı pek severdi =)

bu gece kristine karoeke yapacakmış açık havada. tabi önce sarhoş olacak, yoksa yemez filipinli kıçı. ilk gördüğümde ne korkmuştum o kızdan. sarhoştu ve dans ediyordu. şöyle alttan bi baktı, eyvah dedim namus elden gidecek. sonradan sevdim ama. çılgın azcık. 'gelmişiz yabancı memlekete, kimin s.kindeyiz, takılalım' modunda. bi de ingilizce öğretmenliği yapıyormuş burda. ona ayrı şok oldum. bu ingilizce öğretmenliği ne güzel iş. ayık dolaşmak zorunda değilsin. (except karoshi)=)

bir de oda arkadaşımın dedikodusunu yapmak istiyorum. disco polo diye tutturmuş. bütün gün disco polo dinliyor ve dinletiyor. ne gay müziktir en kötü anlamda. 80ler ve 90ların başını alın disco polo o yani. kimse normal değil bu memlekette. günde 10 defa 'i love polish girls' diyen şaşkın bi tipleme kendisi. bir de çok konuşuyor. hani kulağında kulaklık varmış, film izlermiş, hiç tınladığı yok adamın. modumda olmayınca bi çatıcam ama iyi de çocuk. bişey diyemiyorum.

ooohhh türkçe'nin de a.q. artık son nefesimi verip 'kaydı yayınla'ya tıklayabilirim. bu tür blog yazılarını pek sevmiyorum ama insanın arada saçmalamaya ihtiyacı olmuyor değil hani. siz mazur görürsünüz, siz harikasnız, hepinizi seviyorum herkimseniz.. =)

Read more...

11 May 2009

gereksiz seyahat notları

anlamsız, gereksiz ve bir o kadar da masraflı bir krakow haftasonu geride kaldı. türkiye'den gelen o'yu görmek için gidip görememenin hazımsızlığıyla başıma ağrılar giriyor. bir olayda azıcık kabahatim olduğunu düşünsem sesimi çıkartamıyorum genelde. (tez-antitez çatışması)

krakow'a vardığımda bot turunda olduklarını söyledi. saunaya gitmeyi planladığımı biliyordu. oraya gitmemi, akşam 10'da da kitsh'te buluşmamızı söyledi. ben de gidip hastele yerleştim, saunaya gittim ve epeydir görüşmek istediğim bir arkadaşımla görüştüm. kitch'e vardığımda saat 11'i geçiyordu ama o ve arkadaşları daha evden yeni çıkıyordu. bekledim, içtim, bekledim, içtim.. saat yarım olduğunda içkimi bitirip mekanı terkettim! radom'dan tanıdığım bir arkadaşım cocon'daydı ve oraya davet etmişti, ben de oraya yollandım. bir gay kulüpte bütün gece iki hatunla dans etmek zorunda kaldım, hatunlar sardı, başıma bela oldu, yapıştı. hayatımda böyle dans etmemiştim hatunlarla. bütün gece içtim, dans ettim ve hostele dönüp uyudum.

krakow faslını kapamak için auschwitz'e gitmeyi planlıyordum, ancak radom trenimin erken olduğunu öğrenince hemen yeni bir seyahat planı yaptım; türkiye'ye dönmeden önce bir hafta kadarbir boşluğum olacak. krakow'a gelip toplama kamplarını görüp, sonra da wroclaw'a devam edebilirim. plan yapılmıştı. şimdi 3 saat geçirmem gerekiyordu tren vaktine kadar. döndüm dolaştım bu şehre her gelişimde uğradığım pub'a geldim, mlodanowapolska. kahvemi yudumluyor, garsondan istediğim küçük kağıtlara bu yazımı yazıyorum.

bunca anlattıktan sonra şunu söyleyebilirim; o'ya çok kızgınım. bir sürü para harcadım boş yere ve yarın dövme yaptırdıktan sonra bütün ay parasız kalacağım. o'ya tekrar çok kızgınım. boşu boşuna buraya gelmişim gibi hissediyorum.

işte öyle..

10/05/2009 14:17

şimdiye dek... tren köyün birinde bozuldu ve 3 saat beklemek zorunda kaldık ormanın ortasında. kompartmanda iki türkle tanıştım, muhabbet çok iyiydi, şansım arada koklatıyor ucundan, vakit iyi geçti. melankolik hissediyorum, insan son parasını harcamaya kıyamıyor. şansımı hep zorlamışımdır, sıkarım dişimi, kolay kolay pes etmem. yine şansım yaver gidecek, eli mahkum, mecburen gidecek =)

Read more...

8 May 2009

nerde türk, ordan ürk!

serin bir bahar akşamı dışarısı. belki bir saat sonra ben de o rüzgara kapılıp gecenin eğlencesine karışacağım. tyskie markalı polonya biramı yudumlarken parmaklarım türkçe klavyemin üzerinde dans ediyor. etta at last diyor yine, 'my love has come along'. hayatla baş etmeyi öğreniyorum bu ülkede. doğduğum toprakların canımı acıtmasını unutuyorum her defasında. bir yerde ne kadar uzun süre kalırsanız o kadar dert ediniyorsunuz o koornidatlarda, bunu da öğreniyorum. =)

aula adlı bir kulüp var yurdun yakınında. kampüsün altında, sınıf adlı bir öğrenci kulübü.. en müthiş yer değil belki ama eğlendiriyor, ve yakın. bu gece disco polo gecesi, cuma. cehennem kalabalığı bekleniyor bu gece, her hafta cumaları öyle oluyor işte aula. kaslı çam yarması adamların kavgaları eksik olmuyor hiç de, kanlı. bu gece yine eğlenilecek. yurttaş erkeklerim güzel leh kızlarına dayaya dayaya dans ederken yurttaş kızlarımla dans etmeye yeltenen leh erkeklerine kıl kıl bakacaklar. ayrıca fransız erkekleri bizim kızlarla iyi vakit geçiriyor gibi görünüyor. bir de her seferinde atlanmayan muhabbet var ki "aula'dasın yine?!..", sen neredesin kuş beyinli? ayrıca aula'ya giriyorum, sana değil. ayrıca 'senin ania' ne demek ya?

bu yazıya bu amaçla başlamamıştım ama yazacağım varmış, içimde kalmış. 'nerde türk, ordan ürk' demek istiyorum yurttaşlarım. burada başımı türkten başkası ağrıtmadı. daha önce de başımı ağrıtanlar hep türk olmuştu. ( lanet! milliyetçilik yapıyorum. hepimiz insanız ama birazcık derine inince başımı ağrıtanlar türk oldu hep! )

bu gecenin sarhoşluğunu atlatıp sabah krakow trenine yetişmek gerekiyor. bakalım krakow'da neler olacak..

Read more...

5 May 2009

kan taşı

kan ve aşka boğulmuştu oysa
düşlerin anımsanmayan anlarında
sözler utanç vermişti atalarına
ve korkunun anlamını öğretmişti

taş kan dökebilirdi
öylece gömebilirdi sevgiyi de
bu gerçek değildi, gerçek
olamayacak kadar aykırıydı doğaya

ekşi kadehlere bulandı
yaralarından çektiği sızı
kibrinin doldurduğu küp
aşındıkça avundu cehaletiyle

söz söylemek cesaret işidir
yumdu gözlerini taşlı ovaya
göğsünden bir ok çıkardı
doğrulttu sağır akıllara

göğün kızılından uyanmak için
gözlerini kapadı bir kez daha
avucunda sıktıkça taşı
gök kan damladı alnına

Read more...

4 May 2009

morcheeba - otherwise

Read more...

26 Mar 2009

keşkelerin ilk yazısı


hep o ilk gecenin sıcaklığıyla kalsaydık keşke. ürkekliğimiz o zamanki gibi taze durabilseydi. hırçın dalgaları bile kucaklayan bir okyanusa dönşebilseydi hislerimiz. bu yazıyı keşkelere ayırıyorum. keşke diyorum, keşke diyeceğim. bu yazı keşkelere ait.

ilk kez buluştuğumuz o bankanın önünde keşke bir anıt dikebilsem. sonra gittiğimiz o barda ve o masada meraklı sorular sormaya sonsuza dek devam edebilseydik. birbirimizi tanımaya çalışmaktan hiç yorulmasaydık keşke. keşke sende kalmayı kabul ettiğim zamanki kadar kararlı olsaydım saat sıfır beş yirmide dudaklarımızın kavuşmak için kalp atışlarımızla mücadele ettiği o andan sonra da tek gecelik bir macera olacağın konusunda. buradan itibaren karanlık keşkeler başlıyor..

keşke anlamadığını söylediğinde ve gerizekalıymışsın gibi anlatmamı istediğinde seni ciddiye alıp anlatsaydım uzun uzun ne söylemeye çalıştığımı. keşke bu kadar rahat bir ilişki yaşatmasaydım sana. o zaman "keşke o akşam ben de onunla gitseydim" demezdim. keşke ilk ay emin olamadığım gibi kalsaydım da güvenmeseydim sana ve yüreğine.

keşke aklıma biraz mukayet olabilseydim de beş mayıstan sonra deliler gibi arayıp durmasaydım seni. keşke gururuma aşktan daha çok değer verseydim. o zaman "eşek sikildiği yere gider" sözü bir kez daha doğrulanırdı. keşke sana bir şans daha vermeseydim. o zaman birazcık olsun umut edebilirdim ortak bir geleceği. keşke arkadaşlarını arayıp iğrenç bir şekilde yardım istemeseydim ve onları da bıktırmasaydım. keşke o üç ayı arkadaşlarınla geçirirken başım aşkınla o kadar sarhoş olmasaydı da "kim bu insanlar?!" diye karşı durabilseydim. keşke aldatmandan 2 gün önce "gözlerinin içine başka hayal girmesin" şarkısını isterken hislerime güvenseydim sana güveneceğime. keşke o kadar hırçın olmamın sebebinin seni sevmem olduğunu açıklayabilseydim o zaman. seni arkamda bırakmanın nasıl korkuttuğunu ve acıttığını açıkça söyleyebilseydim. keşke o kadar aciz bir insan olmasaydın da istemediğinde dur diyebilseydin. bana dominant karakter rolünü biçmeseydin.

keşke diyorum ilk kez, aylar sonra. aylardır yapmaktan kaçtığım şeyleri şimdi yapıyorum. seni aramamak için direneceğim. gördüm ki değişmiyor kimse. hala o büyük rolü oynayan çocuksun. arayıp, mesaj yollayıp başa sarmamın bir anlamı yok. gidebildiğim kadar ileri gidip sona ermeye çalışacağım. dinlemekten kaçtığım şarkıları dinliyorum aylar sonra. benim küçük sevgilim, alışamadım yokluğuna, aklımın iplerini saldım.. ve tabi ki all you need is love.. sahi aylarca iletilerimiz buydu değil mi. tekrar o kadar muhteşem olsa dünya, senle ya da sensin. bunca zaman sonra bile hala hayatıma girecek son erkek olacakmışsın gibi geliyor. ilk olmanın ayrıcalığı bu sanırım. ve sanırım artık erkeklerle miladım doluyor. çünkü erkek karakterinin en belirgin özelliğinin simgesi sensin; sekse onulmaz bir açlık. doy bir gün bitanem, bir gün kendin için doy.

Read more...

25 Mar 2009

özlüyorum ve iğreniyorum

seninle ilgili daha neler yazacağım bu bloga bilemiyorum. bu zamana kadar tuttum kendimi okuduğunu öğrendiğim için. artık tutmak istemiyorum içimde. her gün seni anmak, başkalarıyla sevişirken gözümü kapadığımda seni görmek acımı katlıyor. affetmem gerektiğini söylüyor bir arkadaşım. affedersem bu bitecekmiş. affedersem beni boğan bütün bu ıstırap son bulacakmış. elimden gelse keşke birazı, azıcık başarabilsem affedebilmeyi. öyle çok özlüyorum ki ve öyle çok iğreniyorum ki. bunu nasıl anlatırım. karşımda otururken kendimle nasıl bir savaş verdiğimi bilsen. duygularımı saklamak için nasıl kasıldığımı. bir an için siperlerimin parçalandığını sanmıştım. ama sonra o fotoğraf geldi gözlerimin önüne. seni ne zaman düşünsem, seni ne zaman görsem aklıma o fotoğraf geliyor. yüzünde sperm artıkları olan bir fotoğrafı insanlara yollayacak kadar aciz olmanı kabullenemiyorum. aşık olduğum adam meğer 5 mayıs ikibinsekizde ölmüş. bunu kabullenmekte zorlanıyorum. bir yerlerde bir ışık olmalı. umut sen onu korudukça var olur. ama umudumu baltalamak zorunda kalıyorum. düşünüyorum bir şans daha var mı diye. hayır. sen o şansı geri çevireli 10 ay oluyor. arkadaş kalabiliriz sanıyorsun belki- ya da sanıyordun. üzgünüm, düşündüğün gibi modern olmak bu değil. önce yıktığımız duvarları onarmalıyız. yoksa en ufak rüzgarda üşürüz. diyorum ya hiçbir fedakarlık yapmadan birşeylerin olmasını bekleyemeyiz bu hayattan. benim için ne yaptın? gerçekten soruyorum bunu. içinde yaşadığın mücadelenin benim için bir değeri yok. o senin için gerekli, seni ilgilendirir. gururumu daha ne kadar ayaklarımın altında ezeceğimi bilmiyorum. meğer ne gurursuzmuşum diyorum. gururum olsaydı azıcık arar mıydım seni defalarca, yazar mıydım buraya bu cümleleri. bu bir soru değil. bu bir cevap. sen unutursun, bunu ikimiz de biliyoruz, ama seni her zaman seveceğimi söylemiştim. içimdeki aşk ne zaman bitecek bilmiyorum, o bitene kadar seni içimde saklayacağım. başka dudakları öperken acı çekeceğim ama bitecek birgün. buna inanmak istiyorum. buna inanıyorum..

Read more...

16 Mar 2009

sınırların çizildiği gök - I



- bu pasaport size mi ait?

- elbette.

- yanınızda başka bir kimliğiniz var mı?

- hayır yok.

- kenarda bekleyin lütfen..


memurun acele etmesine yönelik, korkak ısrarlarına aldığı son cevap şuydu:

- uçağınızı kaçırdınız bile!

eyvah! 40 gündür yaşadıklarının biteceğini sanırken şimdi bir de bu çıkmıştı. iri kıyım bir polis memuru geldi ve onu bomboş bir hücreye götürdü. orada bekliyordu. valizini getirdiler daha sonra. içinde ne varsa boşaltıp aradılar, taradılar, tekrar hücreye tıktılar onu sonra.

şimdi sorgu sırasıydı. bir taburenin üstünde bekliyordu. ağlamamak için söz verdi kendine, o kadar da zor olamazdı ağlamamayı başarmak. içindeki umutsuzluk bulutları rahatsız etmiş olmalı ki yağmur yağmaya başladı okyanuslarca. dışarıyı izledikçe içi yumuşadı. "teşekkürler doğa, beni yalnız bırakmadın yine tanrıça.."

bir minibüse bindirdi polisler onu. camları parmaklıklarla kapalı bir minibüstü. sokakta yürüyenlerin içindekine katil ya da hırsız gözüyle bakmalarına sebep olan bir muameleydi bu. önce parmak izini almak için bir binaya götürdüler. almanca konuşulan bu ülkede kimsenin adam gibi ingilizce bilmemesi onun suçuymuş gibi parmak izini alan memur ona pislikmiş gibi davranıyordu. önce dört bir yandan fotoğrafını çektiler. 'dik dur. sağa dön. sola dön.' gibi cümleler kuramadığı için sert hareketlerle çevrilmenin üstüne parmak izi alırken elinin bir insana ait olduğunun unutulmuş olması ve ısrarla kafasını çevirmesi için itilmesi sinirlerini yeterince bozdu. yumruğunu sıktı ve hazırdı artık.. şiddete şiddetle tepki vermek ya da 'uygarlığı' bir kenara bırakıp kas gücünü göstermek sözde uygar insanın daha iyi anlayabileceği bir yaklaşım olabiliyormuş. memur eliyle nefesini göstererek buhardan parmak izinin net çıkmadığını anlatmıştı..

hapishaneye gelmişti.. içeri girmeden bütün eşyalarını aldılar. ayakkabı bağcıkları ve kemeri de dahildi bunlara. en çok da bu etkilemişti onu. olanların ciddiyetini belki de ilk kez duyumsar gibi oldu. dört kişinin kaldığı bir koğuştaydı. iki gürcü ve bir çinliyle kalacaktı. çok yorgun olduğu için duş alıp uyumak istiyordu. yatağına yattığında iyice korkmaya başladı. kimdi bu adamlar? porno dergilere bakıp neden çinliyle güreşiyorlardı?

sabahleyin bir memur gelip uyandırdı onu. sorgu için görüşmeye gidecekti. öncesinde doktor kontrolü.. bir form verdiler; küçükken ciddi bir rahatsızlık geçirdiniz mi, kronik bir rahatsızlığınız var mı.. vb. bunlara olağan cevapları vermişti. sıra psikolojiyle ilgili sorulara gelince çok eğlendi. depresyonda olduğunuzu düşünüyor musunuz, daha önce intihara kalkıştınız mı, intihar etmeyi düşünüyor musunuz.. vb. şimdiye dek anladığı kadarıyla burada kalacaksa yapılacak en yerinde davranış bunlara 'evet' demekti. memurun almanca ettiği küfrü anlamadı ama içten içe güldü geçti. formun üzerine 'psikolog' yazıldı..

sorguda onunla aynı dili konuşan bir tercüman eşlik etti. daha çok taraflıydı tercümanı, devletin tarafında. bir başka ülkeye ilticası olduğunu ve bir ton mantıksız yalanı sıraladıktan sonra mülteci kimliğinin olduğunu söylemesi olayların seyrini değiştirmişti bir anda. kimliğini gösterdi ve onu bahsi geçen ülkeye geri yollanması kararı alındı. ayrıca 3 yıl boyunca bu ülkeye giremeyecekti. iki sivil memur eşliğinde havaalanına götürüldü ve uçağa kadar eşlik etti memurlar. başlangıç noktasına geri dönüyordu, kısmi özgürlüğün olduğu refah ülkesine dönüyordu. bundan sonra ne yapacağını biliyordu. ülkesine dönmek için yetkililerle temas kuracaktı. bu kabusun bitmesini istiyordu artık..

( http://www.airport-technology.com/contractor_images/airport-consulting/2-airport-board.jpg )

Read more...

13 Mar 2009

I.
yok böyle düş sağaltımı
güz yüzü gerçek bir yaşam
dakikalar ardını kovalayan
kan sureti izler silik
tırpan vurulmuş düş hücrelerimde
duyumsarım yalnızlığımın keskinliğini

II.
tahtımı bir yaban hayvanına
bırakmışım bilmeden
düşlerimin sunduğu gerçek yok artık
uyandım o saf görüngeli uykudan
sınırda gördüğüm ışık değil
yok oluşa genleşen patlamalarmış
sonsuzluğa giden karanlıklara döndüm

Read more...

9 Mar 2009

aşk çiçeği krallığı

gözlerimi kapadım, kaldırınca göz kapaklarımı yalanlar üzerine kurulmuş bir şato bitti karşımda. sarp kayalıklara oturtulmuş korkunç bir yapı. aşk prensi ve yalanlar lordunun yönettiği koca bir krallıkmış burası. halkı masallarla büyürmüş, göçebe hayalleri varmış herkesin. her gün başka biri olurmuş burdaki insanlar. yalanlar lordunun himayesinde ezilirmiş aşk. zaten aşk gölgelerde yetişen yabani bir çiçekmiş bu ülkede. nemli iklimleri sever, ölümcül bir sıvı akıtırmış bir de.

birgün yalanlar lordu kontrolünü kaybetmiş ve kendine yalanlar söylemeye başlamış. gözleri yaşla dolan aşk prensi bambaşka bir dünyanın düşünde geziyormuş bahçesinde. masal bu ya -hayatın ucundan, kıyısından bir parçası- aşk prensi gerçeklikten uzak yaşarmış. oysa yalanlar lordu dilenci bir çocuk kadar bu hayatın parçasıymış. vururmuş, kırarmış ve ardını dönüp gidebilirmiş herkese rağmen. işte o gün en kudretli olan gelmiş. şatonun altındaki mağarada uyuyan bilge gerçekliğin gözleri açılmış. o devasa şato temelinden sarsılmaya başlamış. koca krallık 7 günde yerle bir olmuş. aşk prensi çok üzgünmüş. yalanlar bu kadar içimizden ve bu kadar acıtıcı nasıl olabilirmiş ki. aşk prensi ağlayınca fırtınalar koparmış bu krallıkta. yıldırımlar bütün evlerin çatılarına inermiş, sel her yeri dümdüz edermiş.

sefil olan halk kudretli olana yalvarmış, bir çözüm yolu dilenmiş. kudretli olan bilge gerçeklik parmağını aşk prensinin alnına değdirdiğinde birden bütün krallığı beyaz bir ışık bürümüş. "kurtuluş günü geldiğinde maskeler düşecek." diyen eski kehanetler böylelikle gerçekleşmeye başlamış. ışık yalanlar lordunu kör etmiş ve yalanlar lorduna kör soytarı demiş halk. aşk prensi aslında yalanlar lordunun boyunduruğundaymış ki bunu kendisi bile farkedememiş o zamana kadar.

o eski krallığın enkazı üstünde şimdilerde elmas bir saray ışıldarmış. aşk çiçeği de iklim tanımaz olmuş ve artık yer türlü iklimde biten güzel bir çiçeğe dönüşmüş. aşk prensi sarayından halkına umut dağıtmaya devam ederken kör soytarıdan kimse haber alamamış o günden beri.

Read more...

25 Şub 2009

Jamais Vu is on the road!


thesaurus polonya'dan bildiriyor. Jamais Vu yayın hayatına başlamıştır. dileyenler oradan serüvenlerimi takip edebilirler.. =p

Read more...

21 Şub 2009

blog şeysi ödülleri

gelelim blog şeysi ödüllerine.. beni bu şerefe layık gören bariisss ve euphoria of the soul arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. aşağıya yazacağım bloglar okumaktan keyif aldığım bloglardır. sıralama, ödülleme dalavereleri burda sökmez =) fırsat buldukça okumaya çalıştığım isimler bunlar. tabi tembel bir insan olduğumu eklemek boynumun borcudur. ayrıca kimseye haber verecek değilim, kimse de bhttp://www.blogger.com/post-create.g?blogID=1356701211982831526irşey yazmak zorunda değil bu mimle ilgili..



xibalba
karoshi
aydan atlayan kedi
mavi-elvn
gaykedi
günah yüklenen adam
pandora
lal
nurhan özkan
beenmaya
euphoria of the soul

Read more...

17 Şub 2009

"taşırım dünyayı sırtımda her yer benim evimdir." ya da "biraz su biraz yeşillik her yer benim evimdir."

"eşyalar toplanmış seninle birlikte
anılar saçılmış odaya her yere
sevdiğim o koku yok artık bu evde
sen"

nedense bu şarkı çalıyor kulaklarımda gitmeye bu kadar yakınken. halbuki şarkı listemde dans parçaları dönüyor. zorlama mutluluk diye buna denir. içimdeki gerginlik gittiğim yerden değil 'gidiş' merasimlerinden korktuğumdan sanırım. uçağa bindiğim an özgür hissedeceğime eminim. bu eski bir alışkanlıktan geliyor. "uçağa binene kadar dikkatli olmalısın." arkamda sana el sallayan ıslak gözlerin yükünü omuzlanmak zor gelecek sanırım.

dün güzel bir gün geçirdim. daha doğrusu akşam, artı, gece. uzaaklarda olan kali geldi, ve tabi karoshi de üçgenimizi tamamladı ve eski günleri dillendirdik. özlemişiz o günleri, sarıldık ve koklaştık bol bol. kali'yle derin derin eşeleyip hendekler açtık. zamanı gelmişti ve olmasaydı bir gözüm arkamda gideceğim bir işimi hallettim. içim daha rahat şimdi. kafamın karışma kat sayısını düşürmüşüm.

evde durumlar nasıl? ani patlamalarımla dalgalanarak seyrediyor. genel olarak gizli bir hüzün var. bu sanırım annemin parlamalarıma verdiği bir tür tepki. sözlü ve temassal korumacı yaklaşımlarına vereceğim tepkiden korkuyor. benim korkumu anlamıyor ama o. sadece onun korkusunu anlamadığımı sanarak sitem ediyor kendince. olsun.

geceden beridir bir valiz toparlama yarışı sürüyor. gerginliğimin bir sebebi de budur. temelli taşınsan ne yapacağımı merak ediyorum. o kadar büyük bir valiz ve yavrusu oldu ki 30 kilonun neresinde olacak kestiremiyorum. bir taraftan da eş-dost-akraba şeklinde interaktif bir vedalaşma söz konusu.

karoshi msn'den uyardı. hemen çıkmazsam gecikeceğim havaalanına. burada kesmek zorundayım. blogtan ayrıldığım yok. peşinizi bırakacak değilim. şimdi içimde büyüyen heyecanla birlikte yola koyulma vaktidir. hepinize selamlarımı iletirim..

Read more...

kesik kesik



sokağa söylüyorum adını. kaldırımlar beni çağırıyor. belki bir tesadüf, o sokağın köşesinden dönüşün canlanıyor gözlerimde. bakışların yukarı çevrili, ta uzaktan kesişiyor bakışlarımız. gülümsüyorsun. sokak adını fısıldıyor, yüreğim adını bağırıyor. sen tek kelimeyle aşkı çağırıyorsun: ... . soytarıyı oyna hadi; yüzünde boyalar, ellerinde ateşli yürek parçalarım. kukuletandaki ziller ölümü yokluyor çanlarmışçasına. ölümü kovalıyor aşk o dudaklardan uzaklarda.

bak. karanlık. örtülüyor üzerimize. bir utancın çocukları olmalıyız. utanmayı bilmiyoruz. asi evlatlarız. anamızı - babamızı yok saymışız bir kere. sokaklar bu yüzden dost bize. bu sebepledir ki aşk lanetli. bakışlarımız kesişiyor ince bir tülün ardından. gecenin tüm karabasanları örtüyor üzerimizi. bundan sonrası soğuk.

bilmiyorsun ki içten içe üzülüyorum senin için. daha da içime girince kendim için üzülüyorum. içime giren her dokunuş beni bir adım daha yaklaştırıyor üzüntüye. çünkü sen değilsin içime giren, neşe değil, hayat değil, varsıl bir heyecan değil. üzülmeyi öğreniyorum. boynunu eğen olmayı öğreniyorum hayatın önünde, tekrar. insan olmayı öğreniyorum, aciz. aczimi ellerine veriyorum, son bir darbeyle yere seriyoruz insanlığı.

unutmuşum. 'biz' diye bir topluluk yok artık. iki kişilik aşk bestemizin notaları dökülmüştü. aşk kuru ve tiz bir çığlığa dönüştü ağzımda. dişlerim ellerime döküldü sonra geçen her gün. bir ihtiyar mı oldum şimdi, yoksa taze bir cenin mi? parmaklarımla bir yalnızlık çizdim kumun üzerine. uzaktan bakınca sana benzeyen kocaman bir figür.

dalgalar geliyor. yüreğimi söndürmeye izlerini alıp götürerek.

30 kasım 2008 pazar

fotoğraf : jörn train station

Read more...

12 Şub 2009

ihtilal beklentisi


yakın tarihimde hala sen varsın
meydanlarda kurşuna dizilmiş aşklar
sokak aralarında koşuşan militanlar
gözlerinden asılmış halklar
ülkeminki gibi geçmiş, karanlık ve karmaşık
sevdiğinin mendilini koklayan delikanlılar
barut tutuyorlar şimdi sevdiğini özleyenlere
çarpışma sesleriyle infilak etmiş
sisli mazi açan çiçeklerin adı
çiğ damlaları kan kokuyor tan ağarırken
toprakları kül tadıyor şehirlerin
bir kurşun sakladım
o kaçarsa korkuyorum öleceğimden
yumuyorum düşlerimi en uzağına atmak için
sıkı bir ihtilal çıktı evimden


şarkı : antony and the johnsons - i fell in love with a dead boy


ps. bu şiiri daha sonra yayınlamayı düşünüyordum ancak herkes sevgililer günü yazısı yazmış. çok kıskandım ve dayanamayıp yayınladım işte.. =)

Read more...

11 Şub 2009

kaybedenlerin anası


tüm kaybedenlerin anasıyım
eteklerimde intihar
ihtiyardır bacaklarım
toprak altımdan kayar
yıldızlar saçlarımda kepek
gözleri delilikle bağlı her yürek
şakaklarımda şefkat arar
yolsuz sürgünlerin el süreceği kapı
yalnızlık hanıma açılır
sakin geceyi boynuna asan
sabrı sesimde duyar
öyle korkusuzum
bilirim dünya sözüme bakar
umudun kardeşiyim
kaybedenlerin anası

Read more...

4 Şub 2009

let there be light --> Jamais Vu

arkadaşlar,
polonya'ya gittiğim zaman orayla ilgili izlenimlerimi ve anılarımı anlatmak için bir blog açtım. dileyenler oradan takibe devam edebilirler. blogumun isim annesi LAL sayılır. buradan kendisine teşekkür etmek istiyorum.

hayatıma yeni güzelliklerin ve tecrübelerin gelişlerini müjdeleyen bir ad seçtim: Jamais Vu. henüz hiçbir yazı girmiş değilim ama yolculuğa başlar başlamaz güzel yazılar gireceğimi umuyorum.

aşağıdaki linkten yeni bloguma ulaşabilirsiniz:

Jamais Vu

Read more...

2 Şub 2009

arsız bakire

mahcup gecelerdeki tutunacak dalınım bu uçurumda
özleyişle dolu bir hüzün bizi birleştiren
hani o ilahi aşklarla dolu bekleyiş..
masum sevdasını bir yılanın zehrinden alan öksüz sevi
ya annesi var ya da babası

kapı eşiklerindeki yaşlara teslimsin
yüksek duvarlardan düşen haylaz orospu
bekaret tapınağının kutsal fahişesi
tapınağın kutsal bakiresi...
ölüm öncesi iniltilerin yorgun arayışları
düşlerinde soluk bulur
ihtirasın süt liman olmuş bir okyanus
derinlikte vahşi akıntıları olan

Read more...

29 Oca 2009

bu gidiş, bir de dönüş olacak



"gitmek gitmektir işte..hepsi bu" diye yazmış ya cem adrian şarkısında ( nereye gidiyorsun?), işte öyle bir gidiş yaşamanın arifesindeyim. daha önce de gitmeyi denedim. o sefer kaçar gibiydi, durdum, kaldım. şimdi yaşam dolu bir gidişteyim. üstelik dönüşü olan bir gidiş. lafı daha fazla gevelemeden sadede geleyim; şubat ortasında bir dönem okumak için polonya'ya gidiyorum. yaklaşık 5 ay kalacağım orda.ne olacak, hayat ne getirecek bilmiyorum ama umutluyum. biraz buralardan uzak kalacak olmanın verdiği huzur, biraz da farklı bir kültürü tanıyacak olmanın verdiği heyecanla bekliyorum. gitmeme birkaç hafta var daha ama bu sürenin çabucak geçeceğini biliyorum. özleyeceğim yerleri ve insanları şu kısa zamana sığdırma telaşındayım. ve sizleri de tanımayı çok isterim. kıssadan hisse görüşmek-tanışmak isteyen blogdaşlarım varsa ulaşalım birbirimize. istanbul'da bir görüşme ayarlayalım. uzun süredir tanıdığım ama hiç göremediğim arkadaşlarımı özellikle davet ediyorum. onlar kendilerini biliyorlardır. sevgiler.. saygılar.. =)

Read more...

27 Oca 2009

iç huzuru



boynumdan dökülen bu dokunuşlar..
bitiş anıyor tenimi
kış gülüşü oynaşıyor sonla
bitiş anıyor gözlerimi
ölüm benden çok uzakta
sözlerim kısa ömrümün çakılları
ben insanın tabiatıyla
koşarken gizli bahçemde
dudaklarımı okşuyor rüzgar
boşluk alıyor benliğimi
koşarken gizli bahçede
bitmek ne güzeldir
tanrının kollarında
seviyorsan eğer onu
ve açmışsan ellerini
ne güzeldir bitmek
tanrının kollarında

kızıl saçlı kadın
geldiğinde bana
huzur bulacak kalbim
belki de

( fotoğraf: http://www.koncuk.com/wp-content/uploads/2008/05/bahar3.JPG )

Read more...

24 Oca 2009

elveda geçmiş



sükunet dağlardan indi usulca
mülteciler göçüp gitti uzaklara
şehirde öğle vakti, güneş en tepede
ıssız gölgelikler kapladı ağaçların altını
yalnızlık öyle bela mıydı ki
geldi buldu bizi sığınağımızda
menekşeler soldu, güller bitap
kaldık çölün ortasında bir başımıza
yitirdik ve yitirildik bir yerde
hiç gülmemiş saydık çocukları
öptük, okşadık
hassas bir telaştı mutluluk, her an kırılgan
kardeştik, göçüp gitti mülteciler uzaklara
dosttuk hani 'biz' vardı yoktu daha ötesi
tükendi şimdi yaşama hevesi
yaşlıların gözlerinden okunuyor acı
sevmişti gençken gidenlerden birini
tepeleri aşarak geliyor bulutlar
getirmiştir belki uzaklardan bir nefes
yağ üstümüze yağmur, ıslat gözlerimizi

( ilk yayınlanma tarihi: 03.03.2008 )

Read more...

22 Oca 2009

sessiz sıkıntı

sıkıntı esrarını koruyan bir işkence mekanizması hala. soluklarla en derine işleyen tek nefes duman; silen, sindiren, çürüten. duvağını kaldırım süprüntülerinden edinen bir bakire gibi bihaberim bu mekânı bana dar eden mahlûkattan.

ah ben...

ah yok oluşumu bana bağlayan kısır ihtişam...

nereden değdin yüzüme öyle duraksamadan, acımadan kestin tin bağlarımı. hadi kurtar beni bu hengâmeden. yırt bedenimi derin hücre çeperlerimden. kanıksamadan akar o kan, düşe düşe çizer portresini boşluğun.

bittiğim tek anda usanır sükûnet sömürmekten havayı. pimini çeker ve patlatır bombasını hayat. tik-tak, tik-tak... saatler geçmişe kayar. başlangıç sonun zamanıdır. yaşlanırken tek yaptığımız başlamaktır. bu yüzden kefenler beyazdır ve bu yüzden intihar eder kimi şairler.

paslan ey tutku! eğril ulu haz!

yaşanan tek anda sil boyayan köpüklerini ellerimden. kavurucu karanlıktayken at üzerinde ne varsa. çıplak gel bana. çıplak koş rüyalarında. kırmızı ellerini gösterme. ne yaparsan yap sakla onları. bir hayvanın derisini sar, belki bir sıçanın. sonra gözlerini ver bana simden bir taşın üstünde. çünkü canım sıkılıyor. çünkü sessiz sıkıntımı canhıraş çığlıklarınla bölmek istiyorum.


( ilk yayınlanma tarihi: 16.09.2007 )

Read more...

18 Oca 2009

ışıkları kapatın, insanlığımı giyeceğim



herhangi birisi olarak başlıyorum yazıma. ben herhangi bir dünya vatandaşıyım. ellerimin ya da gözlerimin diğerlerinden hiçbir farkı yok. herkesin bakabileceği gibi bakıyorum, onların görmediklerini görebiliyorum ama. onların yazamadıklarını yazabiliyor ellerim. duyarlığım onların yok saydıklarını algılayabiliyor ve bundan sonsuz bir acı duyuyorum. "dünya böyle bir yer miydi hep?" diye sormadan edemiyorum zaman zaman. uygarlık dediğimizi, devleti ve ona bağlı güçleri oluşturan düşünürler geleceğe nasıl olur da böylesine bir lanet bırakabilirdi? gelecek karanlık, umutsuzluktan da beter bir ideolojiye dönüşüyor zaman.

ağzımda çiğnediğim her lokma düğüm düğüm olurken boğazımda ve güvenle attığım her adım ayaklarımın altından kaydırıyorken insanlığımı hayata nasıl bağlanabilirim umutla? çocuklar ölüyor, babalar savaşın sembolleriymiş gibi bebek ölülerini gösteriyorlar. dünya yine de görmüyor. dünya duyarlığını öylesine kapamış ki dünya kendi rahatını düşünüyor. yazdım ya dünya vatandaşı olduğumu, utanıyorum öyle olmaktan da. bu kadar riyakar bir dünyanın vatandaşı olamam. vatandaşını bu kadar aptal sayan bir iradenin altına giremem.



ışık doğudan yükselirdi bugüne kadar. ışıkları kim kapadı? artık doğu da karanlık, batı batışını kutluyor zaten. bütün kara ütopyalar kitapların dışına çıktı sanki, sinema perdeleri aynaymışçasına dünyayı yansıtıyor. odama ışık girmiyor, odam dünyanın en aydınlık yeri buna rağmen. kimse görmüyor çünkü. gözleri ipek urganlarla boğdular, battal gazi filmlerindeki gibi dağladılar gözleri yalancılıkla.

ben basit bir dünya vatandaşıyım. herkes kadar sıradan, herkes kadar bir iradeyim. beni bu düzene bağlayan tüm sözleşmelerimi feshediyorum. devlete karşı tüm sorumluluklarımı inkar ediyorum bu düzen bitene kadar.



yazımı devletsiz ve milletsiz bir insan olarak bitiriyorum. en sonunda bir insan olabilmek güzel.

Read more...
Web Stats

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP