30 May 2009

Aşka ve Doğaya İnanan İnsanların Coğrafyası: Mosuo



Psikanalize göre savaş erilliğin ürünüdür, dişillikse dansla dışavurulur. Bugüne kadar en büyük feminist, kadıncı topluluk olarak amazonları öğrendik. Savaşçı kadın kabilesi, öyle ki ok atmak için göğüslerinin birinden vazgeçerlermiş. Ataerkil toplumun oluşturduğu kahraman kadın figürü bu. Peki ya kadının gerçek anlamda odak noktasını teşkil ettiği bir ütopya canlandırmak istesek nasıl bir toplum çıkar ortaya?

Çin'in güneybatısına gidelim. Dağların arasında, dış dünyadan yalıtılmış topraklara, Mosuolular denen bir topluluğun vatanına. Bu alabildiğine gerçek; bir ütopya değil, masal değil, film değil. Arjantinli gazeteci-doktor Ricardo Coler'in kitabıyla gazetelerimize konu olmuş bir azınlık bölgesi. Hep "Acaba nasıl olur?" diye merakla kafa patlattığım bir konuda iştah kabartan bir gerçek. İleride görülecek yerler listesine eklenen bir coğrafya.

Mosuolular, Naxi diye anılan bir etnik gruba dahil bir toplum. Dünya her anlamda ataerkilliğin dibine vururken onlar bir şekilde anaerkil düzende kalmış bir azınlık. Hatta soyları korunsun diye, Çin'de aile başına ikiden fazla kız çocuğuna sahip olma hakkına sahip olabilen tek topluluk. Genel olarak baktığımızda bir Orta Asya kültürü aslında, yalnızca anaerkil.

Ailenin reisi ve onuru en yaşlı kadınıdır. Önemli kararları o verir ve 10 ile 20 kişiden oluşan ailede herkesin saygısını hakeder. Bilge kadın figürünü her zaman sevmişimdir. İktidar tutkusundan çok aşka inanırlar diye düşündüğümden belki de. Mosuolu kadınların önem verdiği de bu. Ailelerinin mutluluğu onlar için paradan daha önemli.

Ataerkil medeniyeti baz alırsak eğer, Mosuoluları ilkel bir kabile olarak addedebiliriz. Toplayıcılıktan sonra dengesi değişen kadın-erkek rolleri burada pek etkilenmemiş. Bunun başlıca sebebini fiziksel olarak dışarıdan yalıtılmış bir coğrafyada yaşamaları olarak sayabiliriz belki de. Daha sonra inanç sistemlerine bakarak hayata bakışlarını daha net bir düzleme oturtabiliriz.

Şamanizm ve budizmin karışımı, doğacı bir dinleri var Mosuoluların. Doğa hemen her kültürdeki gibi dişi. Gemu(kutsal saydıkları dağ) adındaki aşk tanrıçası ve Shinami olarak kişileştirdikleri tabiat ana en yaygın olarak inanılan tanrıçaları. Yani aşka ve doğaya inanan insanların ülkesi Mosuo. Daha şiddetin bile nadir raslandığı, savaşın olmadığı bir dünya görüşü. Kadınlar en az zararla ve ılımlı bir yaklaşımla çözüyorlar sorunları. Bir açıkhava kültür müzesi gibi canlanıyor gözlerimde burası. İçinde yaşadığımız kirli kültürden sakınılması gerektiğine inanıyorum.

İlgimizi en çok çeken konulardan biri olan sekse gelelim şimdi de. Öyle ya, bunca aşka inanan bir toplumda seks hayatı nasıl yaşanıyordur. Tahmin etmesi zor değil ki eşini seçen taraf kadın. Evlilikler üçe ayrılıyor. 'Ziyaret evlilikleri' dedikleri ve bizim gözlerimizi faltaşı gibi açan ilk kategori şöyle oluyor: Kadın istiyorsa eğer, gece yatarken eşi için kapısını açık bırakıyor. Ne yaparlarsa yapsınlar sabah olmadan adamın evden çıkıp gitmesi gerekiyor. Mosuolu kadınlar 15 yaşlarına geldiklerinde eşlerini ağırlayabilecekleri bir odaya sahip oluyorlar ki ilişkiye girmelerine izin verilen yaş da 15. İkincisi ise basitçe, birlikte yaşama yöntemi. Erkek kadının yanına taşınıyor. Eğer aralarındaki aşk biterse erkek annesinin evine geri dönüyor(?). İlişkiler aşk biterse son buluyor ancak. Bu tür evliliklerde resmiyet aranmıyor. Yani kadının erkeği kabul etmesi ve iki tarafın da mutlu olması yeterli görülüyor. Son olarak tekeşliliği sayabiliyoruz. Bu da daha çok şehirlerde ya da diğer etnik gruplarla birlikte yaşanılan köylerde görülüyor.

İşin eğlence kısmı bittikten sonra sorumluluklar başlıyor. Bu ilişkilerden doğan çocuklar ne oluyorlar peki? Kan bağı Mosuoluların önem verdiği konulardan biri. Ancak baba figürü önemsenmeyen bir rol. Çocuk annenin ailesinde kalıyor. Kız çocuklarını doğrudan anne yetiştirirken erkek çocuklarından dayıları sorumlu oluyor. İşin abartılı kısmı, baba çocuklarını 'ergenlik töreni' diyebileceğimiz bir törene kadar göremiyor. Bu tören de çocuk 13 yaşına bastığı zaman yapılıyor. Yani baba oluyorsunuz ve çocuğunuz 13 yaşına bastığında "Merhaba yavrum, ben senin babanım." diye tanışıyorsunuz onunla. En haksız durum bu olsa gerek Mosuo geleneklerinde.

Kişisel olarak beni çok heyecanlandıran bir haberdi bu. 'Anaerkil kalsaydık farklı olur muydu?' sorusunu teorilere gerek bırakmadan açıklayan bir örnek. Cevapsa 'Pek farklı olmazdı.' oluyor. Yaşadığımız yüzyılda ideal olan toplum düzeni kadının ve erkeğin her anlamda eşit olmasına dayanıyor artık. Kadının yaptığı bir işi erkeğin, erkeğin yaptığı bir işi de kadının yapabileceği bir zamanda yaşıyoruz. Kas gücü üstünlük sağlayan bir ayrıcalık unsuru olmaktan çıktı. Biz de artık dengeyi sağlamayı öğrenirsek gelecek bizleri bekliyor..


(bu yazı 30.05.2009 tarihinde www.serbestyazarlar.com adresinde yayımlanmıştır.)

Read more...

28 May 2009

velev ki boş laf bunlar




"öfkeyle kalkan zararla oturur." demiş ya eskiler; öfkeyle kalktım ve otururken öfkem o kadar büyüdü, o kadar yayıldı ki birçok kişi de benimle birlikte zararla oturdu. kabahat benim ama. öyle keskin ifadelerle bunca hassas bir konuya yaklaşılmaz, ki yıllardır bu ifadelerden beslenip palazlanan bir zihniyet var karşımda. dini, milliyeti hiç mühim değil bu bağlamda.

düşüncelerimden çok hissettiklerimi en toy halimle dökmüşüm klavyeme. ve ifadeleri o kadar ortada bırakmışım ki isteyen istediği demogojiyi yapmış üzerinden. çünkü at gözlüğüyle bakanlar dünyaya tablonun tümünü göremezler. dar alanlarındaki detaylarla ilgilenirler ancak.

ya çemberin içinde olacaksın ya da dışında. bu ülkede illa ki sürüye dahil olmalısın. zira sürüden ayrılanın başına türlü işler gelir. batının oyunlarından dem vuracaksın, diğer taraftan da oyuncak olacaksın ellerinde. böyle yürüyor işler. bir görüşü kötülüyorsan mutlaka ki zıttı görüşü destekliyorsundur. padişahın ağzından çıkan ferman, peygamberin ağzından çıkan hadistir. kendimizi de aşağı görecek değiliz ya, laf ediyorsak buyruğumuz olsun.

ibret-i alem olmadıkça susturamazsın düşünceyi. olunca da susturamazsın ama sesi duyulmaz fazla. bu yüzden hedef göstermek gerekir birilerini. bunun yolu da basit: o at gözlüğü çalıştırılıp cümleler itinayla ayıklanır. iyi niyet yahut açıklama içeren cümleler es geçilir ve "vay anam yandım!" tonlamalı bir ses tonunda saldırıya geçilir. geçmişte ne kadar zıt görüşlerde olduğunu belirtirsen şu an bulunduğun yere ne kadar düşünerek geldiğini vurgulamış olduğunu sanıp uzun uzadıya çelişkili hayatından bahsedersin. "eskiden uçardım ama sonradan bacaklarımı kullanmaya başlayınca ayaklarım yere basmaya başladı." benzeri cümleleri sıralamalısın. halbuki beşerin sınırlarını zorlamamalısındır. nereye ait olduğunu bulamadıysan bir yere ait olmama gibi bir seçimle tekbaşına yürüyebilmelisindir.

kimseye saldırmak istemiyorum ve kimseyi hedef de göstermeyeceğim. sadece düşüncelerim dünya düzeni kurmaya yönelik değildir. pratikte nasıl davrandığım teoride bahsedeceğim insan haklarından daha önemlidir diye düşünüyorum. bunun da bir önemi yok tabi. sizin ne algıladığınıza bakar.

fotoğraf : http://www.bendib.com/newones/2007/october/small/10-12-Hang-Together.jpg

Read more...

25 May 2009

bizim lenin ve yeni blog

bizim lenin'in içi boşaldı. artık tam takır ve kuru bakır göbek adı. bir daha ne zaman kapağını açtığımda ışığı kesen doluluğa kavuşacak, ne zaman dikkatle çekeceğim o kapağı bilmiyorum. oturduk birbirimize bakıyoruz lenin'le. tanışıklığımız maziye dayanmasa da iyi anlaşıyorduk; içiyorduk birlikte, doyuyorduk. şimdi bizim lenin yıkılan bir rejim gibi çöktü.

bir de blogumu yeniledim. onu göstereyim dedim =)

Read more...

22 May 2009

bir kıymeti yok artık




bir kıymeti yok artık

bir kıymeti yok artık bana baktığında parlayan gözlerinin
yorgun anlarında ve bitmeyen gecelerinde
adımı anmanın kutsal bir ayet gibi
ellerimi saçlarınla ovduğum günlerin
dudaklarımı teninle bilememin ne anlamı kaldı
son erkek değilsem kapından çıkan
telefonundaki ses başkasınınsa
aşk dendiğinde sen gelmiyorsan aklıma
bir kıymeti yok artık
en çok beni sevmiş olmanın

Read more...

19 May 2009

Melek kadın..güle güle..



bir babaannem vardı. çocukluğum yanında geçti. iyisiyle kötüsüyle şu yaşıma babaannemli anılarla geldim. çok zaman nefret ettim. ama yaşlı dedik, 100 yaşında vardı belki. kocasını 22 yıl önce gömmüştü. ne kızlar, ne oğullar, ne kardeşler gömmüş. sülalenin en yaşlısıydı. beni çok severdi aslında. en kıymet bilir torunu bendim. yemeğin en güzel yerini bana ayırırdı hep. küçükken anne dermişim ona, anneme de emine. büyüdüm melek kadın dedim. adı melekti, kendi cin gibiydi. =) çok oynaşırdık babaannemle. mıncıklardım, pörsümüş memelerini ellerdim. yaşına bakmayın taş gibi kadındı, uzun boylu, filinta gibi. iyi bakardı kendine. akşam yemeği yerine süt ve bisküvi yerdi. lolita derdim gülerdik hepberaber. anneannemle babaannemi ziyarete giderken 'bizim kızları görmeye gidiyorum.' der(d)im.

çok konuşurdu babaannem. işine gelmeyeni duymazdı genelde. kapıyı açtı mı onu unuttum diye söylenmeye başlar, sonra da hal hatır sorup dedikodulara geçerdi. mahallenin ve özellikle apartmanın muhtarı gibiydi. bütün gün pencerenin önüne gider gelir yoldan geçenleri izlerdi. eşin dostun ölümü, düğünü oldu mu gitmese olmazdı. gezmeyi çok severdi. 'gitmek lazım, gelmedi derler. olur mu hiç öyle' diye başımızın etini yerdi. 'yaşlı kadınsın, otur' diyeni kim duyar..bir de ölene kadar çetik ördü. sahi öldü mü babaannem 4 saat önce? öyle dedi ablam msn'de.

iki gün önce kamerada gördüm onu. sesi, rengi gitmişti. tanıyamadım desem yeridir. doğruldu, ben olduğumu söylediklerinde beni duymadan konuştu, helalleştik. hakkını helal et dedi ya, ne hakkım geçti diye güldüm ben de. sonra dik duramadı, yığıldı yatağa. belli dedim, eyvah gidici bizim kadın. gitti..

bir yakını ölünce insanın onunla ilgili güzel anıları geliyor aklına. çok akrabam ölmüştü ama hiçbirinde ağlamamıştım. babaannem ölmeyecek sanırdım, o da ölürmüş..

Read more...

18 May 2009

cenaze namazımı kılanı..

şaşkınlıktan ve sinirden ne yazacağımı bilemiyorum. bir kadın ölüyor ve bütün 'islam alemi' ayaklanıp cadı avına çıkar gibi onu ve onun gibi düşünenleri lanetliyor. hatta yaşam hakkına saldırıp 'allah'larına yakarıp onun gibi düşünen herkesin ölümünü diliyor. 'çağdaş' olmayı kötüleyip çağdaşlığın bütün nimetlerinden yararlanıyorlar. bu insanlar mevlana'dan alıntılar yapıyorlar. türbansız kadınları, ateistleri, eşcinselleri, deistleri ve benzerlerini lanetliyorlar. lanetlemek nedir, ölsünler istiyorlar. ironinin 'allahı' bunlar. mevlana'dan alıntı yaparak nasıl lanetlersin eşcinselleri bre kuşbeyinli. kör insanların başka duyuları gelişirmiş, bu dinle gözü kör olmuş insanların hangi duyuları gelişmiş bilemedim. insanlık desen yok, saygı desen yok, ha tutku dersen tutkuyla sarılmışlar dine. bunlar insanlık tarihinden bihaberler. hiç mi okula gitmemişler, hiç mi orta çağ, rönesans, reform okumamışlar. boktan dinlerini yüceltip dünyadışı saymak ne demektir? hepsi aynı allah'tan gelmemiş miydi?

türkiye gitgide korkutucu bir hal alıyor. korkuyorum, bunun başka açıklaması yok. ya kemalistlerin ezici bakışlarındasın ya da müslümanların pis bakışlarında. bunca fanatik olan herkese gaz odaları yapılsın. hitler birkaç yıllığına geri dönsün dünyaya be tanrı. ha? hadi be? dini ve milliyetleri yeryüzünden temizlemedikçe barış gelmeyecek. bunun kansız bir yolu olsa da uygulansa. hala çocuklarımızın kimlik kartlarına doğar doğmaz 'dini : islam' etiketi yapıştırılıyor. sonra öldüğü zaman cenaze namazı kılınmasın diye ayaklanıyor herkes. kimliğimde din hanesinin olması insanlık suçudur. öldüğümde cenaze namazımı kılan olursa dirilir domalınca arkadan saldırırım. müslüman rolü yapmaktan da heteroseksüel rolü yapmaktan da yeter geldi.

dünya için dileğim dinlerin ve milliyetlerin ortadan kalkması. başka türlü rahat yok insanlığa. cenaze namazımı da kılanı s.kerim unutmayın!

Read more...

17 May 2009

anlamını yitirmiş yazı - umursuyorum, öyleyse umarsızım


bugünlerde anlam veremediğim bir duygu yoğunluğu içerisindeyim. zaten farkındaysanız pek birşeye anlam veremiyorum son zamanlarda. bunalımdayım sanıyordum 'yine', ama yok bunalım hali bu hal değil, tam olarak. o kadar da 'drama queen' bir karakter değilim zaten. manikdepresif biraz daha iyi oturuyor üstümde. hatlarımı da belli ediyor, kaslarımı da =) velhasıl kelam, iyiye çek-ebil-sem iyi, kötüye çek-ebil-sem kötü olacağım, ortadayım. günlerdir yön veremediğim bir duygu denizinde kulaç atıyorum. boynumu büksem boynum ağrıyor, başımı kaldırsam güneş gözümü yakıyor.

yazayım en iyisi. anlamı, amacı kaldırıp sandığa yazayım. burası özel alanım, blogum. 'ne saçmalıyorsun' diyemez kimse, gülerim. =) çok da sık saçmalamıyorum zaten. yazayım diyordum. yazmak nasıl da rahatlatıcı bir eylemdir öyle. ağlamam, gülmem yazarım. ohh dünya varmış. içimde ne varsa kusarım, dökerim, biter. burada öyle hüzün rüzgarları estiririm belki bazı zaman, gelin görün ki anlamsız bir tebessüm gelip yapışır yüzüme bilmeden. eh yay olmanın zorlukları işte. tutturamıyorsun bir yerde.

sonracığıma biraz da sağa sola sataşayım. patavatsızlık mı yoksa dobralık mı bilemedim ama hiç çekinmedim lafımı. ben çekindiysem de laf bi türlü geri çekmedi kendini şu dilden. lisedeki edebiyat hocam boşuna dememiş başıma ne gelecekse şu dilimden gelecek diye. ah ne de gıcık adamdı, kızları kollayıp erkeklere ifrit tipten olanlardandı. sıra arkadaşımı pek severdi =)

bu gece kristine karoeke yapacakmış açık havada. tabi önce sarhoş olacak, yoksa yemez filipinli kıçı. ilk gördüğümde ne korkmuştum o kızdan. sarhoştu ve dans ediyordu. şöyle alttan bi baktı, eyvah dedim namus elden gidecek. sonradan sevdim ama. çılgın azcık. 'gelmişiz yabancı memlekete, kimin s.kindeyiz, takılalım' modunda. bi de ingilizce öğretmenliği yapıyormuş burda. ona ayrı şok oldum. bu ingilizce öğretmenliği ne güzel iş. ayık dolaşmak zorunda değilsin. (except karoshi)=)

bir de oda arkadaşımın dedikodusunu yapmak istiyorum. disco polo diye tutturmuş. bütün gün disco polo dinliyor ve dinletiyor. ne gay müziktir en kötü anlamda. 80ler ve 90ların başını alın disco polo o yani. kimse normal değil bu memlekette. günde 10 defa 'i love polish girls' diyen şaşkın bi tipleme kendisi. bir de çok konuşuyor. hani kulağında kulaklık varmış, film izlermiş, hiç tınladığı yok adamın. modumda olmayınca bi çatıcam ama iyi de çocuk. bişey diyemiyorum.

ooohhh türkçe'nin de a.q. artık son nefesimi verip 'kaydı yayınla'ya tıklayabilirim. bu tür blog yazılarını pek sevmiyorum ama insanın arada saçmalamaya ihtiyacı olmuyor değil hani. siz mazur görürsünüz, siz harikasnız, hepinizi seviyorum herkimseniz.. =)

Read more...

11 May 2009

gereksiz seyahat notları

anlamsız, gereksiz ve bir o kadar da masraflı bir krakow haftasonu geride kaldı. türkiye'den gelen o'yu görmek için gidip görememenin hazımsızlığıyla başıma ağrılar giriyor. bir olayda azıcık kabahatim olduğunu düşünsem sesimi çıkartamıyorum genelde. (tez-antitez çatışması)

krakow'a vardığımda bot turunda olduklarını söyledi. saunaya gitmeyi planladığımı biliyordu. oraya gitmemi, akşam 10'da da kitsh'te buluşmamızı söyledi. ben de gidip hastele yerleştim, saunaya gittim ve epeydir görüşmek istediğim bir arkadaşımla görüştüm. kitch'e vardığımda saat 11'i geçiyordu ama o ve arkadaşları daha evden yeni çıkıyordu. bekledim, içtim, bekledim, içtim.. saat yarım olduğunda içkimi bitirip mekanı terkettim! radom'dan tanıdığım bir arkadaşım cocon'daydı ve oraya davet etmişti, ben de oraya yollandım. bir gay kulüpte bütün gece iki hatunla dans etmek zorunda kaldım, hatunlar sardı, başıma bela oldu, yapıştı. hayatımda böyle dans etmemiştim hatunlarla. bütün gece içtim, dans ettim ve hostele dönüp uyudum.

krakow faslını kapamak için auschwitz'e gitmeyi planlıyordum, ancak radom trenimin erken olduğunu öğrenince hemen yeni bir seyahat planı yaptım; türkiye'ye dönmeden önce bir hafta kadarbir boşluğum olacak. krakow'a gelip toplama kamplarını görüp, sonra da wroclaw'a devam edebilirim. plan yapılmıştı. şimdi 3 saat geçirmem gerekiyordu tren vaktine kadar. döndüm dolaştım bu şehre her gelişimde uğradığım pub'a geldim, mlodanowapolska. kahvemi yudumluyor, garsondan istediğim küçük kağıtlara bu yazımı yazıyorum.

bunca anlattıktan sonra şunu söyleyebilirim; o'ya çok kızgınım. bir sürü para harcadım boş yere ve yarın dövme yaptırdıktan sonra bütün ay parasız kalacağım. o'ya tekrar çok kızgınım. boşu boşuna buraya gelmişim gibi hissediyorum.

işte öyle..

10/05/2009 14:17

şimdiye dek... tren köyün birinde bozuldu ve 3 saat beklemek zorunda kaldık ormanın ortasında. kompartmanda iki türkle tanıştım, muhabbet çok iyiydi, şansım arada koklatıyor ucundan, vakit iyi geçti. melankolik hissediyorum, insan son parasını harcamaya kıyamıyor. şansımı hep zorlamışımdır, sıkarım dişimi, kolay kolay pes etmem. yine şansım yaver gidecek, eli mahkum, mecburen gidecek =)

Read more...

8 May 2009

nerde türk, ordan ürk!

serin bir bahar akşamı dışarısı. belki bir saat sonra ben de o rüzgara kapılıp gecenin eğlencesine karışacağım. tyskie markalı polonya biramı yudumlarken parmaklarım türkçe klavyemin üzerinde dans ediyor. etta at last diyor yine, 'my love has come along'. hayatla baş etmeyi öğreniyorum bu ülkede. doğduğum toprakların canımı acıtmasını unutuyorum her defasında. bir yerde ne kadar uzun süre kalırsanız o kadar dert ediniyorsunuz o koornidatlarda, bunu da öğreniyorum. =)

aula adlı bir kulüp var yurdun yakınında. kampüsün altında, sınıf adlı bir öğrenci kulübü.. en müthiş yer değil belki ama eğlendiriyor, ve yakın. bu gece disco polo gecesi, cuma. cehennem kalabalığı bekleniyor bu gece, her hafta cumaları öyle oluyor işte aula. kaslı çam yarması adamların kavgaları eksik olmuyor hiç de, kanlı. bu gece yine eğlenilecek. yurttaş erkeklerim güzel leh kızlarına dayaya dayaya dans ederken yurttaş kızlarımla dans etmeye yeltenen leh erkeklerine kıl kıl bakacaklar. ayrıca fransız erkekleri bizim kızlarla iyi vakit geçiriyor gibi görünüyor. bir de her seferinde atlanmayan muhabbet var ki "aula'dasın yine?!..", sen neredesin kuş beyinli? ayrıca aula'ya giriyorum, sana değil. ayrıca 'senin ania' ne demek ya?

bu yazıya bu amaçla başlamamıştım ama yazacağım varmış, içimde kalmış. 'nerde türk, ordan ürk' demek istiyorum yurttaşlarım. burada başımı türkten başkası ağrıtmadı. daha önce de başımı ağrıtanlar hep türk olmuştu. ( lanet! milliyetçilik yapıyorum. hepimiz insanız ama birazcık derine inince başımı ağrıtanlar türk oldu hep! )

bu gecenin sarhoşluğunu atlatıp sabah krakow trenine yetişmek gerekiyor. bakalım krakow'da neler olacak..

Read more...

5 May 2009

kan taşı

kan ve aşka boğulmuştu oysa
düşlerin anımsanmayan anlarında
sözler utanç vermişti atalarına
ve korkunun anlamını öğretmişti

taş kan dökebilirdi
öylece gömebilirdi sevgiyi de
bu gerçek değildi, gerçek
olamayacak kadar aykırıydı doğaya

ekşi kadehlere bulandı
yaralarından çektiği sızı
kibrinin doldurduğu küp
aşındıkça avundu cehaletiyle

söz söylemek cesaret işidir
yumdu gözlerini taşlı ovaya
göğsünden bir ok çıkardı
doğrulttu sağır akıllara

göğün kızılından uyanmak için
gözlerini kapadı bir kez daha
avucunda sıktıkça taşı
gök kan damladı alnına

Read more...

4 May 2009

morcheeba - otherwise

Read more...
Web Stats

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP