"artık gitme zamanının geldiğini düşündü kadın.. gitmeden bir mektup yazmak istedi geride bıraktığına.. ve başladı yazmaya:
artık gitmeliyim.. gitmeliyim çünkü.."
..bu düş güneşin doğuşuyla son bulacaktı birgün zaten. karabasana dönüşmeden azat olmalıydım. gitmek o kadar da kolay değildir, bilirsin. ardında küller bırakarak bir mabede gömmek aşkını zordur. bu uzun özne basit bir şekilde 'zordur'.
bir ölüyü terketmek gibi bu. fani varlığının üstünde dans etmek rahatsız eder ruhları. ruhlar huzura kavuşmak ister. işte bunun için gömüyorum seni kalbime. derinlerde, belki yüzyıl sonra, elmas cevheri olarak bulacağım seni. yontulup lanetli bir gerdanlık olacaksın. ölümsüzlük aşkın lanetidir. dünyanın en sert madeni olarak çelikten zırhımı deleceksin belki, tenime işleyeceksin. daha vakti var bunun da.
şimdi gidiyorum aşk. kimsenin ulaşamayacağı vadilerimde bırakıyorum seni güvenle. geri döndüğümde bir yıldız gibi parlayacaksın göğsümde. o zamana kadar karanlık kalacağız ikimiz de.
ps. bu mim vari görevi onur duyarak kabul ettim. ve şimdi ilk ve son kez karoshi'me paslıyorum. hadi karoshi göster meziyetini..
bilenmiş yalnızlıkları andırıyor küse düşmüş yaşamlardan kalan ten-dışı ıstıraplar sokak köpekleri şefkate aç kaldırım piçleri tinere diller söz dökmeyi bekliyor renkli tabletlere başka yolu yok şiirin başka yolu kalmadı bilekler yalnızlıkla kesildi yollar tutulmuş düş korkusuyla on ikiye ramak kala güle dönmüş tehlikeli kan damlaları zoraki bir tebessüm ölünün gözlerinden akan
şimdi bir mitsin zamanın karanlık noktalarında dans eden bir çırasın ölülerin külleriyle tutuşan anla işte, ölüm meleği ya da tanrısı kıyımı çağıran şimdi bir mitsin, efsanelerin en doyumsuzu
bir kez daha dinlemeliydim herşeyi, olduğunu söylediğin ya da benim ortaya çıkardığım gibi, yüzyüze. evine gelmek için çok ısrar ettim. korkuyordun. sevişmekten korkuyordun belki. bundan korktuğunu düşünmek istiyordum, beni hala istediğin fikri avutuyordu.
gergin bir atmosfer sardı evini ilk kez. bir misafir ağırlıyordun. evinle ilgili detayları bilen bir misafirdim. yanımda senden aldıklarım vardı. görmeye dayanamazdım onları, sana ait birer parçası olan eşyaları. bana ait olanları vermeli miydin diye sordun, hayır. seninle ilgisi olan hiçbirşeyi görmemeliydim.
salonda otururken ev arkadaşın geldi. susup odana gittik. burası tehlikeliydi, birlikte uyuduğumuz yatak buradaydı, birbirimizi kokladığımız ve güvenle seviştiğimiz uzun anlar yaşandı bu odada. fakat bu sefer aynı yatakta değildik. karşılıklı yataklarda oturan birbirine karşı insanlardık. beni nasıl aldattığını dinliyordum bir kez daha. eksiklerini (aslında yalanlardı onlar, ve hala birer yalanlar gerçekte) tamamlıyordum. meydan okuyordum geleceğine. seni tanıdığımı sanıyor(d)um. "benden daha iyilerini bulduğunu sanacaksın. senin gibi, kendini entel sanan ibnelerle tanışacaksın. içinden 'ne diyor bu ibneler!' diyeceksin. çok sıkılacaksın ama artık geç olacak." diye uyarıyordum seni. kaybedecek birşeyim yoktu artık. geri kazanacağım bir 'sen' olmadığını düşünüyordum tam da o anda. (sonrasında bunun mücadelesini vermiş ve kaybetmiştim.)
gözlerime bakarak anlatabilir miydin tüm olanları? pek tabi anlatırdın. ne kadar yaralasa da seni iyi bir 'oyunbaz'dın. utanmazlığınla ve yaptıklarından pişman olmayan bir adam edasıyla başını diktin ve gözlerimin içine bakarak anlatmaya devam ettin. bir daha görüşecek miydin o adamla? görüşecektin elbet. ( birkaç gün sonra sadece sweat shirt'ünü vermek için görüşmeyi kastettiğini ne güzel de uydurmuştun öyle.)
kararımı vermiştim o anla ilgili. kat'iyyen sevişmeyecektik. sana bu ödülü vermemeliydim ve de vermedim. her istediğini alan şımarık çocuk anlamalıydı yaptığını. işte bu oyunlarla kaybettik birbirimizi. işte bu oyunlarla ve 'ego savaşlarıyla' defalarca kez bıçakladık birbirimizi. sevişmeliydik orada. duman altı olmuş odada kendimizi ispatlamaya çalışacağımıza nefret etmeliydik açıkça birbirimizden ve etlerimizi koparırcasına sevişmeliydik. sonra çıkardım yine 'hoşçakal' demeden, bu sözü haketmediğini kastederek. ya da ağlayarak öpmeliydik dudaklarımızı kanırtırcasına.
elbette olmadı böyle. elbette yalnızca teğet geçtik ya da çatıştık birbirimizle soğuk savaş psikolojisiyle. ikimizinde ispatlayacak 'tutkuları' ve öğrendikleri/öğrenecekleri vardı hayattan. sen bir çocuktun yaşamak istediği onca 'arzusu' olan, ben de bir çocuktum kendini koca bir adam sanan.
uzun bir sessizlik oldu. gitmemi bekliyordun, anladığım buydu. o anda mı başlamalıydık sevişmeye yoksa. payıma düşeni yaptım, topladım çantamı ve çıktım kapıdan. evet. buymuş asıl beklediğin. zerre kadar istemiyordun beni artık. 'arzularını' yaşatacak başka bedenler bulmuştun bile çoktan.
üzerime düşüyor ormanın koyu gölgeleri ağıda bulandı buğday tarlaları bir zaman bitap düşmüş ağlamaktan suyun kenarında dudaklarından kan boşaldı menekşeler kondu dağlara
yıllar önceydi söz bitti içimde ağzımdaki kilidi açmaz dilim taş oldu kalbim, nilüfer toprağa küstü hüznün susku cinneti suya düştü
bozgundan önce düşmüştü yere yaralarını saramadan bir darbe daha.. ölüm hiç aldatmadı onu kandıramadı belki de kan kokusunu leşlerle kapıyordu mahrem yerlerini gözleri boğuyordu bu görüntü iğrenç cinsinden bir çamur türüydü kokusu, dokusu iğrenç cinsinden çamurdu bir yol yürümüştü uzunca hatırlamaz hareket günü ne oldu bozgundan çok önceydi olanlar sonra kesildi bedeni yalnızlığa
ısrarla buluşmak istediğini söyledi. başka birgün değil de o gün buluşmalıydık. meydana buluşmaya giderken f. ile karşılaştık. o da bir süreliğine bize katılmaya karar verdi. çantamda o çok istediği pentagram'ın konser albümü vardı.sürpriz yapmak istemiştim. buluşunca sarıldı. bu abartılıydı, beni gerçekten özlediğini düşündüm. sonra yürürken ikimizin de hayatını mahvedecek birşey yaptığını boşuna söylememiş meğer. gidip matrock'a oturduk. evvelki gece çok içtiği için midesi ağrıyordu. bitki çayı, limonlu soda gibi içecekler içmesini söylüyordum, onun için endişeleniyordum. birkaç saat önce karoshi'yle birlikte okulda yemek yerken ikimiz de endişeleniyorduk onun için. üzülmesine dayanamazdık.. konuşmamız gerekiyordu. f. gitti.
şimdi karşılıklı oturuyoruz masada. konuşmaya şöyle başlıyor:
"20 yıllık hayatımın en zor günlerinden biri bu. ikimizin de hayatını mahvedecek birşey yaptım. dün gece çok sarhoştum, başkasıyla yattım. ayrılmalıyız."
oysa benim beklediğim şöyle birşeydi:
"seni çok seviyorum ve gittiğin zaman ne yapacağımı bilmiyorum." ikimizin de kafası karışıktı. bir önceki gün konuşacaktık bu konuyu, otobüste 5 dakikayla geçiştirmişti oysa ki.
gözlerim onunkilerden kaçtı, yüzüm düştü. herhangi birşey söylemesini bekliyordum. ne dese kabulümdü. ama sustu. cebimden para çıkartıp masaya bıraktım ve çantamı alıp çıktım kafeden.
neye uğradığımı anlamamıştım. hayatta tek güvendiğim oydu. güvenmek yapılabilecek en büyük hataydı. şuursuzca yürüyordum beyoğlu'nun arka sokaklarında. kalabalıklardan kaçıyordum. h.'yi aradım. bana inanmadı, inanamadı o da. sonra isveç konsolosluğu'nun karşısındaki arada buldum kendimi. bu nasıl bir kaderdi. kaldırıma oturup ağlamaya başladım. insanlar geçiyordu önümden. koca bir herif oturmuş ağlıyordu. utanmadım. umrumda değildi. sonra f.'yi aradım. ona çok ihtiyacım vardı. darmadağınıktım.
birden herşey durdu. hayatta kalmalıydım. karşısına geçip suratının ortasına bir yumruk atmam gerekiyordu. onu aradım. yolda olduğunu söyledi, telefonu yüzüne kapadım. f.'yi tekrar arayıp "orta bir yerde buluşalım." dedim. kadıköy'e gitmeliydim. çok kısa sürecekti işim. tek bir yumruk..
kapısındayım.. bu kapıya bir daha gelmeyeceğimi düşünüyordum. çantamda bir çakmak, bir kitap (erasmus'un deliliğe övgü'sü) ve 'bir yaz gecesi rüyası'nın teksti var. kapıyı çaldım. içeri girer girmez kitabı uzattım ona. "buna ihtiyacım yok. yeteri kadar deliyim zaten!" çakmağı fırlattım odanın ortasına ve teksti parçalayıp etrafa dağıtmaya başladım. bu sırada yaptığı şey şuydu:
sırtı bana dönük mutfak tezgahında eve gelirken aldığı buzlu çayı dolduruyordu kendisine. evet, keyfini hiç bozmamıştı. sonra gitmemi bekledi. arkasına dönüp başını salladı 'ne var?' dercesine. yaklaşmasını işaret ettim. yumruğumu sıkmaya çalışıyordum. gücümü toplamalıydım. diğer taraftan da biraz daha yaklaşmasını bekliyordum. bardağı bırakmasını söylediğimde ne olacağını çoktan biliyordu. vurduğumda darbenin etkisiyle duvara da çarpmasını hesap ediyordum bu sırada; öfke! sonra gücümü iyice kaybettiğimi anladım. karşımdaki zavallı el pençe boynunu bükmüş ona vurmamı bekliyordu. içimden lanet ettim, bu adamı gerçekten sevmiştim..
kaçınılmaz olan geldi ve gayyor beni de mimledi. =) gözün gördüğüne söz ne yapsın diyerek kolaya kaçtım ve çantamı döktükten sonra fotoğrafını çektim. şu şudur, budur diye anlatmayacağım. siz zaten göreceksiniz. =)
ağaçların arasından sana baktım gizlice. eğleniyordun arkadaşlarınla. bu beni rahatlattı. onunla değil de arkadaşlarınlaydın. peki ne yapmalıydım şimdi. böyle kurmamıştım kafamda: yanında 'o' olacaktı. gelip "merhaba!" diyecektim. kim olduğumu biliyor muydu acaba, neye sebep olduğunu anlatacaktım ona. bir aptal gibi davranacaktım. ama yanında o yoktu. ne yapacağımı bilmiyordum artık; korku, heyecan ve gerilim.
h.'yi aradım.. 'haydarpaşada'yım ben de. yanına gelebilir miyim?'
aynı masalları anlatıyroum yine. h. beni anlayışla dinliyor. aynı anlayışı gösteremiyorum. h. beni anlıyor; o da sevmiş, o da yaralı. "seni görmesin. onunla konuşma!" diyor. yapamam ki. ölesiye seviyorum onu. gurur mu? hayır, aşk. onu görmek istiyorum. sarılmak istiyorum boynuna. o kokusu, meydan okuyan teni.. onu çok özledim.
ikna oluyorum. bir şart koşuyor h.: konuşmaya çalışma m. ile ya da sadece onu sevdiğini söyle. ve bir daha konuşmaya çalışma onunla, kendin için.
h.'ye minnettarım.
kalabalıktan uzakta, yol üstünde bir kenarda m.'yi bekliyorum. yüzümde bir gülümseme var işte. ne yapacağımı biliyorum. boynuna sarılıp onu ne kadar sevdiğimi söyleyeceğim. belki o da dayanamaz, beni ne kadar sevdiğini biliyorum.
bir el omzuma dokunuyor. bu o. yüzüne kendini beğenmiş bir gülüş yerleştirmiş. boynu morluklarla kaplı. bana tercih ettiği morluklar bunlar. bütün ahmaklığımla boynuna dolanıyorum. gözlerimi kapatıp kokusunu çekiyorum içime. kulağına uzanıp "lanet olsun ki herşeye rağmen seni seviyorum." diyorum. hiçbirşey söylemiyor. size çok ihtiyacı olan bir tanıdığı teselli ederken sırtına nasıl hafif hafif vurursanız öyle yapıyor. bırakma zamanım gelmiş. bu beni yaralıyor. artık sarılmamı bile istemiyor. h.'ye bakıyorum. duygusal bir sahne izler gibi ve şefkatle bizi izliyor kafasını yana eğerek. teşekkür ediyorum belli belirsiz. vedalaşıyoruz. biraz sonra arkama bakıyorum. onu giderken son bir kez daha görmek istiyorum. dramatik bir sahne daha. uzaktan seçiyorum ki o da bakıyor arkasına. aramızdaki fark; umrunda değilim.