19 Haz 2009

KAosun İçindeki Aşk Yıkıntıları

(aşağıda okuyacağınız vicdani redçi bir arkadaşım tarafından yayınlanan bir fanzindir. burada yayınlamaktaki amacım sesini duyurmasına katkı sağlamak ve bunu desteklemektir. siz de böyle düşünüyorsanız, lütfen bloglarınızda yayınlayın. aşağıdaki link arkadaşımın bloguna aittir:

http://hayalci-utip.blogspot.com/ )



İAŞE


kafasına göre çıkan fanzin...
iasefanzin@yahoo.com
KAosun İçindeki Aşk Yıkıntıları

Sayı : 4
ARAYIŞ

İnsanın içindeki tıkanıklıklar büyüdükçe bir şeyler istiyor insan dışarıdan gelsin. Dışardan hep yalan geliyor(genellemeler ne kadar doğru ise). Peki hangi yalana inanacağım ? Bakıyorum insanların çoğu dinlerin ve devletlerin yalanlarına "inan"mışlar. İnançlı insanlar. Peki ben neye inanacağım ? İçimdeki tıkanıklığı çözeceğime inanamaz oldum artık. İnsan kendisine güvenemediği nokta da mı dışardan gelen şeylere inanmaya başlıyor yoksa? İnanmak ve bilmek arasında öyle büyük bir fark var ki. En az bildiklerimin gerçeklerden farklı olduğu kadar.
(devamını yazmaya çalışırken Mazlum Çimen’den sen benden gittin gideli ve (ismini anmadan önce Sivas katliamını hatırlatmadan duramayacağım) Hasret Gültekin’den bir insan ömrünü neye vermeli’yi dinledim.)
Devletin yalanlarına neden inanayım ? Madımak’ta ateşi yakanları umursamadılar bile. Devletin parasını kullanmamak adına direnebildiğim kadar direndim, destek olmamalıydım onlara. Onlar büyük bir güç ile savaşları yaratırlar sadece. Onlar büyük güçleri ile durdurmazlar Madımak’ın yanmasını geri çekilir ordu canice yakma eylemini gerçekleştirenlerin yanından. Dinlerin hiçbiri masum değil, ahlak bekçiliği yaparlar kendi adlarına. Ahlak gerçeği yanlıştan ayırt edebilmektir, Adem ile Havva’nın yemesi yasak olan meyve ise doğruyu ve yanlışı bilme meyvesidir. Doğru ile yanlışı bilmemiz yasak, yoksa kolay sömürülemeyiz, koyun olmamız gerekir çünkü.
Madem inanacak bir şey arıyorum şöyle olsun. Vatanları, Dinleri için öl(dür)meye hazır bunca insanın ortasında barış adına en az onlar kadar kararlı olmam gerekir. Pir Sultan'ın dediği gibi.

Kadılar, Müftüler fetva yazarsa
İşte kemend, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Kendimi kesinlikle Pir Sultan ile kıyaslamıyorum, nasıl bir karınca olduğumu iyi biliyorum. Ormanda yangın varken ağzımdaki küçük su damlası ile yangını söndürmeye gitmek, sadece hayatta kalma çabasından ibaret bir hayattan daha onurlu görünüyor gözüme.
Dışardan duyduğum en güzel yalan; Askere gitmemek için direnmek. İnsan öldürmekten başka hiçbir işe yaramayan bir şeye verecek desteğim yok benim.

Parmak uçlarında ki tıkırtı

biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.

yere sağlam basmayı öğrenememiştin bir türlü.korkak ve çekingendin.bir o kadar da temizdin!
hayat sana her geçen gün yere sağlam basmayı öğretmeye çalışıyordu.
oysa bunu anlamayacak kadar tembel bir öğrenciydin.
acı çekmek alın yazındı sanki.bu dünya’ya acı çekmeye gelmiş sıranı bekliyordun sanki.
a h bu “sankiler” / dilimin ardına sığınak yapmış gibiler bugün.
biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye çalışıyor ve her geçen gün kahrediyorsun hayatına!
attığın her adımın sonrasında / aynanın karşısına geçip / kendi kendine söz veriyorsun yeni baştan ve bir kez daha.
biliyor musun? yere nasıl bastığını görmeyeli uzun zaman oldu!
biliyorum ki / acılar içindesin.bu içimin derinliklerinden gelen en büyük hissiyat dedikleri şey olsa gerek.
şimdi içimin sesini dinliyorum! bir kez daha ve yeni baştan. çığlıklarını duyuyorum.basbas bağırıyorsun.ürkek bir kuş gibi kanat çırpıyorsun.
dün gece seni rüyamda gördüm.acı çekiyordun dememi bekleme.kaderime ve rüyalarıma inanmıyorum!
kendimi avutmak için bir tanrının kollarını açıp beni beklemesine nasıl göz yuma bilirim!
*
biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.
içten içe kanayan bir yaranın kabuk bağlaması / zamanın hangi miladına sığınak yapabilir!
yara bu.bazen hiçbir melhemin gücü “izin” geçmesini sağlamıyor.
iz bu.
ne zaman ona baksan, yaranın adını fısıldar sana.
hayatta ki en büyük beklentilerinden vazgeçe bilecek kadar güçlü kılan neydi seni?
ya da sen hayatında ki her şeyi göze alabilecek kadar güçlü müydün gerçekten! biliyorum.eminim ki halen takıntılarınla yaşamaya mahkum ediyorsun kendini.
canın sıkıldıkça ve paran oldukça cebinde/yaşadığın mekanın duvarlarının rengini değiştirmekle/
çevrende ki insanların yeteneklerine hayran kalıp onlar gibi olmakla/fütursuzca alış veriş yapıp/aldıklarınla ilgilenmemeye devam ediyorsun.

biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.
*
örselenmiş bir şarkıydın sen.
bütün akortlar diyez ve bemolleriyle çatışıyordu.
ortak payda da bileşen hiçbir kanun tasarısı yoktu ortalıkta!
kimliksiz bir mülteci gibi çaresizliğin peşkeşinde ki karakterdin adeta.
koşmayı yeni öğreniyordun.önüne çıkan çukurlardan korkuyordun.
ürkek bir kuş gibiydin..isyan düdüğü-n çoktan çalmıştı.
hayatının yöneticisi olmak adına bir devrim hazırlığın çoktan başlamıştı.
"devrim" ya yok edecekti! ya var edecekti!
Yoktan var etmek adına hiçbir tecrüben yoktu!
sınırların kadar genişti coğrafyan.
atlas okyanusu neredeyse oradaydı.
kabeye sığınan insanlar gibi yalnızlık kokuyordu tenin.
örselenmiş bir şarkıydın!
biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.

adımlarını korkak atmak için gelmemiştin bu dünyaya!
uzun soluklu yürüyüşleri kaldıramayacak kadar güçsüzdün.
giderek büyüyordun oysa.
birileri ya elini uzatacaktı sana, ya da sırtında taşıyacaktı.

-soylu ailelerin çocukları için kullanılan deyimlerin hepsini fazlasıyla hak ettiğini biliyordun.

”tık-tık-tık” adımlarından korkuyordun!
sıradan insanlar gibi olmayı özlediğini biliyordum.
yere düşmeyi, oyun oynamayı, küfretmeyi yaşamadığını biliyordun!

bildiklerinle yüzleşmek konusunda tereddütler yaşıyordun.
birilerinin sana “başarabilirsin” demesine hasret* yaşamaya müebbettin!

..



biliyorum.sen yine parmak uçlarına basarak yürümeye devam ediyorsun.
sevgiye acıkmıştın.açlığını dindirmen gerekiyordu!
o kocaman ağzın ve dişlerini sevmiyor, sevgiyi hep uzaklarda arıyordun.
s e v g i anlayışın ne kadarda tuhaf işliyordu.
sana sevgiyi yanlış öğrettiklerini/
hatta hiç mi hiç öğretmediklerini anladığında -
yaşının hızla ilerlediğinin farkına varmıştın!
diğer insanların hayatlarını kıskanma çağına yeni girmiştin!
içinde ki etkileşimin haddi hesabı yoktu.
kendini bir anda o adar çok şeye adamak istiyordun ki!
yeni bir gitar, yeni bir kedi, yeni bir arkadaş, yeniye dair ne varsa!
artık gözlerin açılmaya başlamıştı. ”devrimin gerçekleşiyordu!”
kendini frenlemek gibi bir düşüncen yoktu!
ama yinede hiç bir şeyden tat alamadığının farkına vardın.hayatta ne istiyorsan olmalıydı.böyle yetişip, böyle büyümüştün.vitrinde gördüğün bir pabucu eğer beğendiysen, o artık senindi!böyle tatmin olup, huzur buluyordun!




üzerine geliyordu dağ! bir ovanın, bir dere yatağının özlemiyle büyümüştün!
özleyerek büyürken birde baktın ki:
“zamandan arta kalmış bir hayat” -
önünden nede çabuk akıp gitmiş!
yaşadıklarının faturasını ödeyecek olanın sen olduğunu anladığındaysa:
hayatın da ki “keş kelerle”
“neden ve nasıllarla”
savaşın ortasına “niçin” bırakıldığını,
kimin suçlu olduğunu,
acıyı
gördün!

bir robot gibi yaşadığını anladın!
acılar içindeydin. sürekli mide sancıları çekiyordun.
iç dünyan yıkımdaydı!
seni bu hayata sürükleyen-leri “ne kadar” sevdiğini sordun kendine!
sana verilen sevgiye değer biçme zamanıydı*
fazla seçeneğin yoktu.bunu da çok iyi biliyordun

gitmek!
gitmeyi seçtin.
alıp başını “dağın öte ki yüzüne”
Ovalara, derelere, gitmeyi seçtin!

biliyorum, suç senin değildi!
sen yine, bildiğin kadarsın!
parmak uçlarına basarak, yürümeye devam ediyorsun!

*

‘ sevgiyi ‘ -bulduğuna inandığında-
“aşkın” yokluğuyla kavrulduğunu fark ettin!

Şimdi sığınma vakti!
—gidecek yolun
gidecek yerlerin peşi ardına.. yola düşme vakti.

ve vakti geldiğinde, özgürlüğe kavuşur her kuş.
kafesinde yaşamaya alışmıştır.oysa her yer kafestir artık.

bülbüller öter. dere akar.
buram buram özgürlük kokar dört bir yanın. bir inci tanesidir yüreğin.
zora, zorbaya gelmez kimliğin.

bilmiyordun!

özgürlüğe kanat çırpmanın bedelini bilmiyordun! dününle, bugününle yüzleşmekten kaçıyordun.
bütün yenilgilerinde “gitmekten” yana olan yolu seçiyordun.
kafesin bir tek sıcaklığını özlüyordun. yemin, suyun ve çırpınma vaktinden geriye
bir tek:
adın yaşıyordu..
*
bekleyiş.!

dört tele, dört duvara sığmayan bir bekleyiş başlamıştı..bir kanadın yaralıydı! gök yüzünün bir parçası senindi.
göçmen kuşları gibi alıp başını gitmeyi seçmiştin!. bir kaçıştı bu.
isyan düdüğünün sesiydi.. aşkın sesini tanıdıkça yıpranıyordun.. bir pabuca sahip olmanın ne kadar kolay olduğunu anladıkça yıkıma uğruyordun. birinin kalbini fethetmenin ne kadar büyük bir işgal olduğunu anladın.o an yıkımın ne demek olduğunu anladın!
anladın.

geriye tek bir seçeneğin kalıyordu.
gitmek!
hayatına kaldığın yerden devam etmek.
geçmişini yok sayarak!
yaşadıklarını, anılarını yok ederek gitmek!
biliyordun. geçmişinin senin yakanı bırakmayacağını! en güçlü, en onurlu rolü oynamayı seçmiştin. iç yıkımın, ani nöbetler halinde gerçekleşiyordu. sense bunu görmezlikten geliyordun!
her seferinde gülmek için zorluyordun kendini. başkalarını inandırıyordun belki! ya kendini? uzun vadeli düşlere dalıyordun her sabah. hayallerinin ardına sığınıp, düzmece planlar yapıyordun!
bir yanın eksikti. eksikliğin kadar da kalabalıktın!
biliyordun..
en büyük hastalığını yumağa sarıyordun. kan kaybediyordun. hiçbir mehlem yaranı iğlileştirmiyordu.
iz bu.
unutmayı denemen faydasız.
güçsüzdün. gücün yerine geldiğinde her şey yoluna girecekti.

… şimdi bu yıkımın enkazında kaldı düşlerin..
düşlerin giderek büyüdü, sen büyüdün

biliyorum.. sen yine..

"PARMAK UÇLARINDA Kİ TIKIRTI"

0 takla atıldı:

Web Stats

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP