30 Ağu 2009

tur'at-ladı



ne kadar da iyiydim halbuki. ne kadar da iyi olmaya çalışırken yedim o baltayı gövdeme yine ve yine. ha umudumu kaybetmiş değilim hayattan yana. sadece kontrolsüz tepkilerimden birini yaşıyorum, geçici. ulan böyle postla girmemeye söz vermiştim kendime. olmuyor ama. olmuyor işte. okuyorsa da okuyor, ne diyeyim. nasılsa uçtu kalan umudum da elimden. öyle böyle debeleniş olsun.

dün gece güzeldi. gecenin iki buçuğundaki ani kararla taksime gidiş ve keyifli bir gece.. güzel mesajlaşmalarla kendimi mutlu hissetmem vs ne kadar da güzeldi. =)

sonra sabah oldu uyandık klan olarak. ah o msn konuşması. ah o haber alış. hep gecelerin ve yalnızların bulantısı işte. yeni bir arı kovanı bulmuş turat. yeni bir bal kovanı belki de. sonra italyandan gitar kalmış buna. var demek ki değeri ve anısı. artık kendimi suçlayamıyorum. bir kabahatim yok. paranoyak hiç değilim. onun paranoyaları bana mal oldu, yapıştı üstüme. kötü hissediyorum şimdi, çünkü mesaj atma teşebbüslerimi zor engelledim geçtiğimiz iki gece. iyi ki engellenmişim. daha kötü etmek vardı yoksa durumu. ben tam bir aptalım arkadaşım. dönse yine iner yelkenlerim suya sonuncusunda olduğu gibi. o korkar yine kaçar artık. neyseki hayatımı yeniden yapılandırma konusunda inatçı ve umutluyum. bundan vazgeçmiş değilim ve önceliklerimi biliyorum. zamanı var herşeyin, olacak herşey, sırasıyla.

geçen gün rüyamda gördüm 15 aydan beri 2., bilemedin 3. kez. güzel yerinde rüyamın telefona gelen mesajın sesiyle irkildim. ulan ne bahtsız herifim ben ya. =) ne mi gördüm rüyamda? aslında büyük bişey değil. yolda yürüyorduk, raslaştık. sohbet etmeye başladık. öyle koluma girdi. samimi ve doğal bir sohbetti zorlamasızından. hatta kendimi tutamayıp ne hale gelmişsin sen dedim. güldük ikimiz de. özlemişim demek. sonra uyandım tabi.

bir tur daha atladı. ben de hayata rağmen zorluyorum. başaracağım. kısa vadede pek beklentim yok ama uzun vadede hayat beni bekliyor. yarın olunca göreceğiz.


tek basamaklı ve tek haneliydi hep kalabalığımız
tek basamaklı tek hanelerde tek başınalıktı yaşadığımız


resim: joan miro - der sonnenschlucker

Read more...

Hakkımdaki yanılgı teoremi

Beni beyaz gösteren hayvanlar konsolosluğunda
çok güldüğüm kesik tablolar koridoru
çırılçıplak Z harfleriyle doluydu:
Mantık Z ise alfabe tamamlanmış,alfabe bitmiştir.
Orada artık yeni dillerin kadınları ’sessizlik’ doğurur.

’Felsefenin kamışı kalksa her canlının bir jeneriği olurdu’ baskın genlerin trajedisi ile
aşk bir lafa dönüşür,aşk bir lafa bürünür gelir..
’Ben lafım’ derdi..
Bu laf bana çok dokunurdu..

Edindiğim tehlike,sahip çıktığım cismani girdap
özgürlüğün gözünü çıkartır,yerine
acıdan arta kalan ’’bilinci’’ oturturdu..
Yoksa dünya,zaten yoktu..

Bu gezegen hayaldi,hayalperverdi,acayip bir rivayet..
Gerçekle olsaydı en küçük ilintisi,bugün mezarlarlıklarda bir tek ’İskender’ konuşulurdu...

k.iskender

Read more...

25 Ağu 2009

Kaosun Altın Çağı

Yunanlılar evreni kaosla başlattılar. ‘Önce kaos vardı..’ diye başlar varoluş. Yazıma böyle afili bir şekilde Yunanlılardan bahsederek başladığıma bakmayın. Doğu’yu çok iyi bilmesem de uygarlığın Yunan’la başlamadığını biliyorum. Konuya gelince, kaos bir varoluş serüveni insanoğlu için ve devinimini yitirmeden hala var olmaya çalışan maddeler dünyasında hükümranlığını sürmektedir.

Teknoloji Çağı dediğimiz şu erken evrede kaos tekrar canlanmış, metropollerden kablolar ve uydular aracılığıyla ıssız topraklara kadar tüm dünyaya yayılmıştır. Sokaklardan gelen çocuk ve motor seslerinden tutun da kafamızda sürüklediğimiz düşüncelerle çöllere kadar onu her yere götürdük. Kaos bizi kullandı diyebiliriz, hepimiz ona hizmet ettik tarih boyunca.

Gündelik yaşantımıza bakın. Sabahın erken saatlerinden itibaren bir döngüyle hep karmaşanın içine adım atıyoruz: Trafik, kalabalık, insan yığınları, sokaklar, işyerleri ve okullar, barlar ve kafeler, evde televizyon ve bilgisayar, uykuda rüyalar… Teknoloji çağı kaos çağıdır. Global dünya kaosun kalesidir. Büyük devletlerin çıkar çatışmaları, büyüklü küçüklü rantlaşmalar, yaratmaya çalıştığımız otoriteler, ünlülerin magazinel yaşantıları bizleri gitgide yalnızlaştığımız bir kaosun içine sürüklemekte. Teknolojiyi de nefer ederek kaosun gizli ajanları olarak her aktör makro ve mikro sistemlerde rolünü farkında olmadan yerine getiriyor.

Yukarıda yazdıklarım yüzünden kaosu kötü birşey sanmayın. Kaos devinimseldir. Ana renklerle ara renklerin belirsiz bir düzende saydam bir kürenin içindeki hareketleri gibidir. Evet, belirsiz bir düzendir kaos, ya da ters ifadesiyle belirli bir düzensizliktir. Anka kuşunun hikayesini herkes duymuştur. Hikayesini bilmeseler bile yanıp yanıp nasıl da küllerinden tekrar doğduğu bilinir. Kaos işte böyledir. Önce göze belirsiz gelen bir düzenle (düzen diyorum çünkü nedensellik vardır.) bildiklerimiz yerle bir olur. Et küle döner, yapılar moloz yığınlarına. Zamanın işleyişi asla bitmediğinden (şu Yunanlılar 'kaos'tan sonra 'zaman'ın varolduğunu düşünmüşlerdir. Yani önce kaos varolduysa, sonra zaman gelmiştir. Hatta hiçbir tanrı ya da güç kaosa ve zamana karışamazdır.) yine, yeni ve yeniden bir varoluş başlar. Kül anka olur, moloz yığını bir yapı.

Kaos süreğen ve devinen bir varoluştur. Ondan kaçmaya çalışmak faydasızdır, çünkü girdap etkisi yaratır bu. Bitişler ve başlangıçlar, ölümler ve doğumlar onun elindedir. Tıpkı içinde yaşadığımız bu zaman gibi olasılıklar ve tezatlardan ibarettir. Umutsuzluğa düşen insanların haline bakın. Yazarlar ve şairler en büyük eserlerini çokluk umutsuz bir kaosun içinde yazmışlardır. Bu bazen bir savaş olmuştur, bazense kişisel bir debeleniş. Özgürlük hikayeleri düzenin bozulmasının ve yeniden kurulmasının hikayeleridir. Sıradan insana baktığınızda da farklı değildir durum. Dibe vurmadan yüzeye çıkamama durumu yani.

Kaos çağına hoşgeldiniz. Devletlerin ve insanların teknolojiyle hizmet ettiği bu varoluş sürecinde sonumuzu iyi bir başlangıç için hep birlikte hazırlamaya hazır mıyız?

Not: Bu yazı Serbest Yazarlar Platformu'nda yayınlanmıştır.

Read more...

12 Ağu 2009

tomorrow is another day

neden diye sormayın
gülüyorum işte
geceler eskisi kadar
karanlık değil
hüzünler koyu tatmıyor
bir umut işte
düştü avucuma
yarın başka bir gece
günler daha neşeli
sormayın neden diye
gülüyorum işte

Read more...

6 Ağu 2009

özel pot: seni sekiyorum

filmlerin evhamlı havasına kapılıyorum zaman zaman. bu son bir yıldır romantik filmlerden kaçmama sebep oluyor. elimde kumanda kendi televizyon kolektifimi yaparken bir filme rasladım. şu amerikan romantik filmlerinden biri. ölen sevgili ve ölümsüz aşk ideali. bunlardan bahsedilmesi bile gözlerimin dolmasına sebep oluyor bazen. son kez böyle bir filmi izlemem hayatımın dibe vurmasına sebep olacak bir ilişkiye itmişti beni. şimdi bundan kaçıyorum köşe bucak.

evde olmayı sevmiyorum. beni kafamdakilerle başbaşa bırakıyor bu. ölümsüz aşka karşı sonsuz kaçış sendromu yaratıyorum. kafamın içindekiler boynuma dolanıyor soğuk bir yılan hissiyle ve sıkıyor. annemin eve girmememden şikayet etmesini ona böylesi lüks mazeretlerle açıklamamın bir faydası olmayacak. 'hadi canım sen de!' ifadesine karşı konuşmak istemiyorum. kumanda elimde televizyona lanetler ederek kanallar arasında git-gel yapıyorum, yahut kitabıma dalıp başka dünyalara ve düşüncelere gidiyorum. ta ki aynı cümleyi defalarca okuyana kadar. bu demek oluyor ki artık konsantrasyon sorunu yaşamaya başlamışım.

şimdi birkaç saat geçti. film bitmek üzere artık. sidilerin arasından o filmi bulup izlemeye karar verdim. hem odamda rahatsız edilmeden zırıl zırıl ağlayabilirim de. ah evet melankolikliği seviyorum. dışarda ayılıp bayıldığım yok. bu benim özelim. hayatın bir gerçeği olarak kabul ettiğim bir his. tıpkı gülmek ve neşelenmek gibi bir gereklilik denge için. sekizinci ayın beşinde, saat onu otuzyedi geçe o filmi izlemeye hazırlanıyorum şimdi. havlu/mendil hazır. bu sefer gözlüklerimin üzerine oturmam ağlarken umarım. =)

Read more...
Web Stats

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP