26 Mar 2009

keşkelerin ilk yazısı


hep o ilk gecenin sıcaklığıyla kalsaydık keşke. ürkekliğimiz o zamanki gibi taze durabilseydi. hırçın dalgaları bile kucaklayan bir okyanusa dönşebilseydi hislerimiz. bu yazıyı keşkelere ayırıyorum. keşke diyorum, keşke diyeceğim. bu yazı keşkelere ait.

ilk kez buluştuğumuz o bankanın önünde keşke bir anıt dikebilsem. sonra gittiğimiz o barda ve o masada meraklı sorular sormaya sonsuza dek devam edebilseydik. birbirimizi tanımaya çalışmaktan hiç yorulmasaydık keşke. keşke sende kalmayı kabul ettiğim zamanki kadar kararlı olsaydım saat sıfır beş yirmide dudaklarımızın kavuşmak için kalp atışlarımızla mücadele ettiği o andan sonra da tek gecelik bir macera olacağın konusunda. buradan itibaren karanlık keşkeler başlıyor..

keşke anlamadığını söylediğinde ve gerizekalıymışsın gibi anlatmamı istediğinde seni ciddiye alıp anlatsaydım uzun uzun ne söylemeye çalıştığımı. keşke bu kadar rahat bir ilişki yaşatmasaydım sana. o zaman "keşke o akşam ben de onunla gitseydim" demezdim. keşke ilk ay emin olamadığım gibi kalsaydım da güvenmeseydim sana ve yüreğine.

keşke aklıma biraz mukayet olabilseydim de beş mayıstan sonra deliler gibi arayıp durmasaydım seni. keşke gururuma aşktan daha çok değer verseydim. o zaman "eşek sikildiği yere gider" sözü bir kez daha doğrulanırdı. keşke sana bir şans daha vermeseydim. o zaman birazcık olsun umut edebilirdim ortak bir geleceği. keşke arkadaşlarını arayıp iğrenç bir şekilde yardım istemeseydim ve onları da bıktırmasaydım. keşke o üç ayı arkadaşlarınla geçirirken başım aşkınla o kadar sarhoş olmasaydı da "kim bu insanlar?!" diye karşı durabilseydim. keşke aldatmandan 2 gün önce "gözlerinin içine başka hayal girmesin" şarkısını isterken hislerime güvenseydim sana güveneceğime. keşke o kadar hırçın olmamın sebebinin seni sevmem olduğunu açıklayabilseydim o zaman. seni arkamda bırakmanın nasıl korkuttuğunu ve acıttığını açıkça söyleyebilseydim. keşke o kadar aciz bir insan olmasaydın da istemediğinde dur diyebilseydin. bana dominant karakter rolünü biçmeseydin.

keşke diyorum ilk kez, aylar sonra. aylardır yapmaktan kaçtığım şeyleri şimdi yapıyorum. seni aramamak için direneceğim. gördüm ki değişmiyor kimse. hala o büyük rolü oynayan çocuksun. arayıp, mesaj yollayıp başa sarmamın bir anlamı yok. gidebildiğim kadar ileri gidip sona ermeye çalışacağım. dinlemekten kaçtığım şarkıları dinliyorum aylar sonra. benim küçük sevgilim, alışamadım yokluğuna, aklımın iplerini saldım.. ve tabi ki all you need is love.. sahi aylarca iletilerimiz buydu değil mi. tekrar o kadar muhteşem olsa dünya, senle ya da sensin. bunca zaman sonra bile hala hayatıma girecek son erkek olacakmışsın gibi geliyor. ilk olmanın ayrıcalığı bu sanırım. ve sanırım artık erkeklerle miladım doluyor. çünkü erkek karakterinin en belirgin özelliğinin simgesi sensin; sekse onulmaz bir açlık. doy bir gün bitanem, bir gün kendin için doy.

Read more...

25 Mar 2009

özlüyorum ve iğreniyorum

seninle ilgili daha neler yazacağım bu bloga bilemiyorum. bu zamana kadar tuttum kendimi okuduğunu öğrendiğim için. artık tutmak istemiyorum içimde. her gün seni anmak, başkalarıyla sevişirken gözümü kapadığımda seni görmek acımı katlıyor. affetmem gerektiğini söylüyor bir arkadaşım. affedersem bu bitecekmiş. affedersem beni boğan bütün bu ıstırap son bulacakmış. elimden gelse keşke birazı, azıcık başarabilsem affedebilmeyi. öyle çok özlüyorum ki ve öyle çok iğreniyorum ki. bunu nasıl anlatırım. karşımda otururken kendimle nasıl bir savaş verdiğimi bilsen. duygularımı saklamak için nasıl kasıldığımı. bir an için siperlerimin parçalandığını sanmıştım. ama sonra o fotoğraf geldi gözlerimin önüne. seni ne zaman düşünsem, seni ne zaman görsem aklıma o fotoğraf geliyor. yüzünde sperm artıkları olan bir fotoğrafı insanlara yollayacak kadar aciz olmanı kabullenemiyorum. aşık olduğum adam meğer 5 mayıs ikibinsekizde ölmüş. bunu kabullenmekte zorlanıyorum. bir yerlerde bir ışık olmalı. umut sen onu korudukça var olur. ama umudumu baltalamak zorunda kalıyorum. düşünüyorum bir şans daha var mı diye. hayır. sen o şansı geri çevireli 10 ay oluyor. arkadaş kalabiliriz sanıyorsun belki- ya da sanıyordun. üzgünüm, düşündüğün gibi modern olmak bu değil. önce yıktığımız duvarları onarmalıyız. yoksa en ufak rüzgarda üşürüz. diyorum ya hiçbir fedakarlık yapmadan birşeylerin olmasını bekleyemeyiz bu hayattan. benim için ne yaptın? gerçekten soruyorum bunu. içinde yaşadığın mücadelenin benim için bir değeri yok. o senin için gerekli, seni ilgilendirir. gururumu daha ne kadar ayaklarımın altında ezeceğimi bilmiyorum. meğer ne gurursuzmuşum diyorum. gururum olsaydı azıcık arar mıydım seni defalarca, yazar mıydım buraya bu cümleleri. bu bir soru değil. bu bir cevap. sen unutursun, bunu ikimiz de biliyoruz, ama seni her zaman seveceğimi söylemiştim. içimdeki aşk ne zaman bitecek bilmiyorum, o bitene kadar seni içimde saklayacağım. başka dudakları öperken acı çekeceğim ama bitecek birgün. buna inanmak istiyorum. buna inanıyorum..

Read more...

16 Mar 2009

sınırların çizildiği gök - I



- bu pasaport size mi ait?

- elbette.

- yanınızda başka bir kimliğiniz var mı?

- hayır yok.

- kenarda bekleyin lütfen..


memurun acele etmesine yönelik, korkak ısrarlarına aldığı son cevap şuydu:

- uçağınızı kaçırdınız bile!

eyvah! 40 gündür yaşadıklarının biteceğini sanırken şimdi bir de bu çıkmıştı. iri kıyım bir polis memuru geldi ve onu bomboş bir hücreye götürdü. orada bekliyordu. valizini getirdiler daha sonra. içinde ne varsa boşaltıp aradılar, taradılar, tekrar hücreye tıktılar onu sonra.

şimdi sorgu sırasıydı. bir taburenin üstünde bekliyordu. ağlamamak için söz verdi kendine, o kadar da zor olamazdı ağlamamayı başarmak. içindeki umutsuzluk bulutları rahatsız etmiş olmalı ki yağmur yağmaya başladı okyanuslarca. dışarıyı izledikçe içi yumuşadı. "teşekkürler doğa, beni yalnız bırakmadın yine tanrıça.."

bir minibüse bindirdi polisler onu. camları parmaklıklarla kapalı bir minibüstü. sokakta yürüyenlerin içindekine katil ya da hırsız gözüyle bakmalarına sebep olan bir muameleydi bu. önce parmak izini almak için bir binaya götürdüler. almanca konuşulan bu ülkede kimsenin adam gibi ingilizce bilmemesi onun suçuymuş gibi parmak izini alan memur ona pislikmiş gibi davranıyordu. önce dört bir yandan fotoğrafını çektiler. 'dik dur. sağa dön. sola dön.' gibi cümleler kuramadığı için sert hareketlerle çevrilmenin üstüne parmak izi alırken elinin bir insana ait olduğunun unutulmuş olması ve ısrarla kafasını çevirmesi için itilmesi sinirlerini yeterince bozdu. yumruğunu sıktı ve hazırdı artık.. şiddete şiddetle tepki vermek ya da 'uygarlığı' bir kenara bırakıp kas gücünü göstermek sözde uygar insanın daha iyi anlayabileceği bir yaklaşım olabiliyormuş. memur eliyle nefesini göstererek buhardan parmak izinin net çıkmadığını anlatmıştı..

hapishaneye gelmişti.. içeri girmeden bütün eşyalarını aldılar. ayakkabı bağcıkları ve kemeri de dahildi bunlara. en çok da bu etkilemişti onu. olanların ciddiyetini belki de ilk kez duyumsar gibi oldu. dört kişinin kaldığı bir koğuştaydı. iki gürcü ve bir çinliyle kalacaktı. çok yorgun olduğu için duş alıp uyumak istiyordu. yatağına yattığında iyice korkmaya başladı. kimdi bu adamlar? porno dergilere bakıp neden çinliyle güreşiyorlardı?

sabahleyin bir memur gelip uyandırdı onu. sorgu için görüşmeye gidecekti. öncesinde doktor kontrolü.. bir form verdiler; küçükken ciddi bir rahatsızlık geçirdiniz mi, kronik bir rahatsızlığınız var mı.. vb. bunlara olağan cevapları vermişti. sıra psikolojiyle ilgili sorulara gelince çok eğlendi. depresyonda olduğunuzu düşünüyor musunuz, daha önce intihara kalkıştınız mı, intihar etmeyi düşünüyor musunuz.. vb. şimdiye dek anladığı kadarıyla burada kalacaksa yapılacak en yerinde davranış bunlara 'evet' demekti. memurun almanca ettiği küfrü anlamadı ama içten içe güldü geçti. formun üzerine 'psikolog' yazıldı..

sorguda onunla aynı dili konuşan bir tercüman eşlik etti. daha çok taraflıydı tercümanı, devletin tarafında. bir başka ülkeye ilticası olduğunu ve bir ton mantıksız yalanı sıraladıktan sonra mülteci kimliğinin olduğunu söylemesi olayların seyrini değiştirmişti bir anda. kimliğini gösterdi ve onu bahsi geçen ülkeye geri yollanması kararı alındı. ayrıca 3 yıl boyunca bu ülkeye giremeyecekti. iki sivil memur eşliğinde havaalanına götürüldü ve uçağa kadar eşlik etti memurlar. başlangıç noktasına geri dönüyordu, kısmi özgürlüğün olduğu refah ülkesine dönüyordu. bundan sonra ne yapacağını biliyordu. ülkesine dönmek için yetkililerle temas kuracaktı. bu kabusun bitmesini istiyordu artık..

( http://www.airport-technology.com/contractor_images/airport-consulting/2-airport-board.jpg )

Read more...

13 Mar 2009

I.
yok böyle düş sağaltımı
güz yüzü gerçek bir yaşam
dakikalar ardını kovalayan
kan sureti izler silik
tırpan vurulmuş düş hücrelerimde
duyumsarım yalnızlığımın keskinliğini

II.
tahtımı bir yaban hayvanına
bırakmışım bilmeden
düşlerimin sunduğu gerçek yok artık
uyandım o saf görüngeli uykudan
sınırda gördüğüm ışık değil
yok oluşa genleşen patlamalarmış
sonsuzluğa giden karanlıklara döndüm

Read more...

9 Mar 2009

aşk çiçeği krallığı

gözlerimi kapadım, kaldırınca göz kapaklarımı yalanlar üzerine kurulmuş bir şato bitti karşımda. sarp kayalıklara oturtulmuş korkunç bir yapı. aşk prensi ve yalanlar lordunun yönettiği koca bir krallıkmış burası. halkı masallarla büyürmüş, göçebe hayalleri varmış herkesin. her gün başka biri olurmuş burdaki insanlar. yalanlar lordunun himayesinde ezilirmiş aşk. zaten aşk gölgelerde yetişen yabani bir çiçekmiş bu ülkede. nemli iklimleri sever, ölümcül bir sıvı akıtırmış bir de.

birgün yalanlar lordu kontrolünü kaybetmiş ve kendine yalanlar söylemeye başlamış. gözleri yaşla dolan aşk prensi bambaşka bir dünyanın düşünde geziyormuş bahçesinde. masal bu ya -hayatın ucundan, kıyısından bir parçası- aşk prensi gerçeklikten uzak yaşarmış. oysa yalanlar lordu dilenci bir çocuk kadar bu hayatın parçasıymış. vururmuş, kırarmış ve ardını dönüp gidebilirmiş herkese rağmen. işte o gün en kudretli olan gelmiş. şatonun altındaki mağarada uyuyan bilge gerçekliğin gözleri açılmış. o devasa şato temelinden sarsılmaya başlamış. koca krallık 7 günde yerle bir olmuş. aşk prensi çok üzgünmüş. yalanlar bu kadar içimizden ve bu kadar acıtıcı nasıl olabilirmiş ki. aşk prensi ağlayınca fırtınalar koparmış bu krallıkta. yıldırımlar bütün evlerin çatılarına inermiş, sel her yeri dümdüz edermiş.

sefil olan halk kudretli olana yalvarmış, bir çözüm yolu dilenmiş. kudretli olan bilge gerçeklik parmağını aşk prensinin alnına değdirdiğinde birden bütün krallığı beyaz bir ışık bürümüş. "kurtuluş günü geldiğinde maskeler düşecek." diyen eski kehanetler böylelikle gerçekleşmeye başlamış. ışık yalanlar lordunu kör etmiş ve yalanlar lorduna kör soytarı demiş halk. aşk prensi aslında yalanlar lordunun boyunduruğundaymış ki bunu kendisi bile farkedememiş o zamana kadar.

o eski krallığın enkazı üstünde şimdilerde elmas bir saray ışıldarmış. aşk çiçeği de iklim tanımaz olmuş ve artık yer türlü iklimde biten güzel bir çiçeğe dönüşmüş. aşk prensi sarayından halkına umut dağıtmaya devam ederken kör soytarıdan kimse haber alamamış o günden beri.

Read more...
Web Stats

  © Blogger templates The Professional Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP