aşağıda okuyacağınız yazı bundan yaklaşık 3 buçuk ay önce benim için yazılmış ve bana ulaştırılmıştı.enkazdan bir saray yaratmanın yoluydu bu.bir erkeğin kalbini kazanmanın yollarından biri.güven veriyordu.duygularımı kabartıyordu.tekrar inanmamı sağlıyordu.
yitik bir oyun..kayıp bir cennet..işte bataklıktan sıyrılıp tekrar oradaki kirli şölene dönüşün miladı:
"05.20İçim inançla dolu, pek de alışık olmadığım halde. İki koruyucu melek iki omzumda, bir bataklığın içinden peydah olası bir çift göz arıyorum. Çirkin bu bataklık; iğrençlikle, hayasızlıkla, riyayla dolu. Ne talihliyim ki ben sade ayaklarımı sokup çıkardım buraya.Haliyle kendi isteğimle, haliyle koşa koşa…Ormanlık arazide, okyanusta, yüksek binaların arasında ya da palmiyeli bir deniz kıyısına kurulmuş, ateşin etrafında toplanmış insanları gören –bir ağızdan en iç sıkıştıran, kalp titreten, mutlu eden, haz veren şarkıları söyleşen insanları- inceden bir hindistan cevizi-vanilya kokusuyla çevresine koyu yeşil sarmaşıklar dolanmış bir kamelyada bulamazdım en vakur edasıyla bakışlarımı selamlayan malum bir çift gözü…Soyundum, yıkandım, saçlarımı taradım. İçinden zevk çığlıkları, için için ağlama mırıltıları, haykıra haykıra ağlama feryatları, en konsomatris kahkahalar ve sevinç nidaları yükselen çirkin bataklığın kıyısından yürümeye başladım. Korkunç siluetler çıktı suyun içinden. Peşi sıra irin attılar üstüme, çamur ve balçık döktüler. Ne var ki bende değil bunları temizleyip devam edecek, onları tatmayı reddedecek kadar dahi irade yoktu.Tattım…Çok sefer tattım ve hatta hoşlandım. Yepyeni bir kostüm giyinmiştim. Atılan her pisliği zevkle kabullendim. Temiz yanım pek az kaldı, bataklık beni istiyordu. Ayaklarımı soktum içine. İçerde bir eğlence, bir cümbüş!! Kimse “Git” demiyor, çamurlu kollar ardına dek açık..Ne var ki aradan bir baş görünüyor. Elleriyle “Gel gel” yapıyor ama bir yandan kaşlarını kaldırıyor. Dudaklarını okuyorum: “Bu yanlış” diyor, “Etme” diyor. Sonra o da beni çağıran haykırışlara katılıyor.Derken ayaklarımı bataklıktan çekiyorum. Uzakta, benim gibi pisliğin kıyısında –dizlerine kadar o da çamura girip çıkmış belli- bütün o bulaşık ve bulanık gri-kahverengi-siyah sentezinde öyle bir siyahlıkla beliriyor ki katrandan koyu bir siluet, kapkara parlıyor adeta.Kostümümü çıkarıyorum, çırılçıplağım.Ben koşuyorum, o ayaklarını sürüyor. Benim topuklarım belime vuruyor, onun adımları altındaki toprağın şeklini dahi değiştirmiyor. Ben kanatlanıp ona uçuyorum, o benim kanat çırpmalarımı izliyor. O sade izliyor.Yanına konuyorum.Gözlerim hasetinden kör oluyor, bedenim yok olmayı diliyor, dilimde söz söyleyecek hal kalmıyor, ellerim birbirine dolanıyor. Bir beynim bırakmıyor işlemeyi. O yine en güzelleri, en yenileri, en tazeleri ve en korkunçları, en akla getirilmeyesileri ve en yıkıcıları yüne düşünüp tartıyor.O iki Tanrı'ya inandıran eli tutmak var; gururla, şikayet etmeksizin ve en sevecen bir havayla, insanın bakmaya yüreğinin almayacağı o muhteşem yüzü ve o yüzü pür neşe etrafa tutan talihli başı, yıllar yılı taşımaktan zerre erinmeyen, hatta benzerlerini kıskandıran o boyna sarılmak var; sırf aynısından bir tane daha olsun diye kendi etinden o bedeni tekrar oluşturmak var; herkes kendi yaptığının gerçekte gülmek olmadığını, gerçek gülüşün ne olduğunu görsünler diye “Ey insanlık, işte tanrılarınız da böyle gülüyor!” deyip bütün ademoğlunu utancından ağlatmak var; “Sonunda yer ile yeksan olacağımı bilsem yine yaparım.” Dediğim, kalbimin durmasını, gözlerimin kan ağlamasını göze alıp liyakatsiz dudaklarımı onunkilerle ıslatmak var aklımda.“Gel” diyor…
Bir tur atıyoruz bataklığın çevresinde
İki tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Ben konuşuyorum, hep ben konuşuyorum.
Üç tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Dört tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Konuştukça saçmalıyorum, her harimden pişmanlık duyuyorum.
Beş tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Altı tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Onun sessizliği içimi karartıyor, ruhumu iğneliyor.
Yedi tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Sekiz tur atıyoruz bataklığın çevresinde
O yine konuşmuyor, gözümden ağlamak geliyor.
Dokuz tur atıyoruz bataklığın çevresinde
On tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Benim sessizlik sıram geliyor.
On bir tur atıyoruz bataklığın çevresinde
On iki tur atıyoruz bataklığın çevresinde
Bir minik mum yakıyor cebinden çıkarıp, yüzüme tutuyor.
On üç tur atıyoruz bataklığın çevresinde
On dört tur atıyoruz bataklığın çevresinde
O mumun ışığından evren aydınlanıyor.
Bataklıktan eser kalmıyor, alev alıveriyor.
Etrafında bir kamelya, palmiyeler,
İnceden bir Hindistan cevizi-vanilya kokusu peydah oluyor.
Bir müzik duyuluyor en can yakanından:
“Hayat ne muhteşem, şimdi sen dünyamdasın ya…”
On beş tur atıyoruz yanan ateşin çevresinde
On altı, on yedi, on sekiz …
Neredeyse beş saat olmuş.
On dokuz tur atıyoruz yanan ateşin çevresinde
“Seni öpebilir miyim?”
Yirmi tur atıyoruz yanan ateşin çevresinde
Başını eğiyor, gülümsüyor.
Beşinci saatin yirminci dakikası.
Ellerim, ayaklarım, bedenim ketlenmiş.
Sade dudaklarım en utangaç ve ürkek haliyle onun huzuruna çıkmış.
Ancak mübalağalı sayılacak filmlerdeki gibi bir yakınlaşma.
Uzun, çok uzun bir zamandan sonra,
Derin, çok derin nefeslere boğulmuş halde,
Öpüyorum.
Fakat tam düşündüğüm ve korktuğum gibi, kalbim bunu kaldıramıyor.
Geri çekiliyorum, ruhum ateşler içinde.
Dayanamıyorum, onun gerçekliği bana bir boy büyük geliyor.
Duygusuz bir ev hayvanı olmuş olmayı diliyorum.
Ağzıma şeker atıp dudaklarımı öpen sahibim karşısında.
Ama bu böyle değil, tükeniyorum.
Sonra bir cesaret…
Ve bir an kadar süren dakikalar
Ve bulunamamışa olan açlık
Ve hayranlık, utanmayla karışık
Ve inanamamazlık
Ve esaret, bitmesin diye yalvarılan
Ve bir ümit, en koyu, en kalıcısından..
“Seni seviyorum” diyorum…
Ondan bunu duyduğum gün ne olur bilmiyorum….
03.02.2008"
by Desire turned into Desert
daha önce de yazdığım gibi:
birgün karşınıza biri çıkar da 'seni seviyorum' derse yüzüne tükürünüz..
Read more...